SARKOZY’nin dış politikası, kuşkusuz hükümetin kurulmasından sonra ve önümüzdeki haftalarda yapılacak G-8’ler ve AB zirvelerinde daha belirgin hale gelecek. Ancak daha şimdiden bu politikanın genel yönelimleri bir ölçüde açıklandı.
Özellikle Avrupa politikası ve onun kapsamı içinde Türkiye’nin AB süreci konusunda izlenecek yol oldukça keskin çizgilerle tarif edilmiş bulunuyor. İlk önce genel dış politika eğilimlerini ele alırsak, Sarkozy’nin Chirac’tan ayrıldığı önemli alanlar var. En başta ABD ile ilişkilerde Irak savaşının bıraktığı bürudeti artık geride bırakmak istiyor.
Seçim zaferini takiben yaptığı konuşmada, dostlar arasında fikir ayrılıkları bulunabileceğini, fakat ihtiyaç halinde Fransa’nın daima ABD’nin yanıbaşında olacağını vurguladı.
Başkan Bush da Sarkozy’nin seçiminden çok memnun olduğunu gizlemedi. Ne var ki, bu dayanışma teminatına rağmen Sarkozy, Fransız kuvvetlerini Afganistan’da uzun süre tutmaya pek niyetli gözükmüyor.
* * *
Sarkozy’nin Rusya’ya yaklaşımı da Chirac ile kıyasladığında daha mesafeli. Putin’e gelince, o da Sarkozy’yi kutlamakta herkesten fazla gecikti. Ortadoğu’da Sarkozy, İran’ın nükleer programını çok ciddi bir tehdit olarak görüyor. Bu eğiliminde herhalde İsrail’e yakınlığının da bir rolü var.
Fransa geleneksel olarak Araplara daha müzahir ve İsrail’e karşı eleştirel bir tutum içindeydi. Şimdi Arap hükümetleri bu politikanın değişmekte olduğu izlenimi içindeler. Sarkozy’nin Ortadoğu ve Afrika politikasının en somut göstergesi, Akdeniz bölgesi için tasarladığı projedir.
Projeye göre Akdeniz ülkeleri bundan 60 yıl önce Avrupa devletlerinin yaptığını şimdi kendi aralarında gerçekleştirecekler, bir ekonomik ortak pazar, hatta bir Akdeniz Birliği kuracaklar, Ortadoğu ve Afrika ile Avrupa arasında bir köprü oluşturacaklar.
Filistin meselesi çözümlenmeden, Suriye ile İsrail, Lübnan ile İsrail arasında barış yapılmadan bu projenin nasıl gerçekleştirilebileceği belli değil. Projeyi şimdilik yalnızca İsrail olumlu karşıladı.
* * *
Sarkozy’nin tasarımında Türkiye de Akdeniz Birliği içinde yer alıyor. Türkiye’yi Avrupa dışında tutmak, Sarkozy’nin Avrupa politikasının temel taşlarından biri. Avrupa anayasasının referandumla reddedilmesinin bıraktığı boşluğu doldurmak, anayasa tasarısının yalnızca birinci kısmına dayanacak bir kurumsal reform gerçekleştirmek ve bu reformu içerecek yeni bir "mini" antlaşmayı referandumla değil, Meclis kararı ile onaylatmak peşinde.
Onun nazarında Türkiye galiba bu stratejinin gerçekleştirilmesi için feda edilmelidir. Öngördüğü mini antlaşma yolu ile Türkiye’nin önüne kurumsal engeller dikmek isteyecek.
UMP Partisi’nin Avrupa işlerinden sorumlu Genel Sekreteri Alain Lamassoure’ın söyledikleri de aynı çerçevede değerlendirilmelidir. Sarkozy’nin Türkiye politikasına karşı Avrupa çevrelerinden gelen kuvvetli tepkiler, UMP’nin akıl hocalarını etkilemişe benzemiyor.
İyi de yeni yönetimin Türkiye ile üyelik sürecinin iptalini nasıl sağlayabileceği pek anlaşılamıyor. Üyelik müzakerelerine son verilmesi için AB Konseyi’nin üçte iki çoğunluğunun kararı gerek. Bunu sağlamak çok zor. Fransa’nın yapabileceği olsa olsa haziranda yeni üç başlığın müzakereye açılmasını veto etmekten ibaret.
Bu üyelik sürecini geciktirebilir, fakat sona erdirmez. Avrupa sınırlarının tarifi yolu ile üyelik sürecini iptalinin kabul görmesi de beklenemez.
* * *
Roma Antlaşması’na göre bir Avrupa devleti kimliğiyle üyelik müzakerelerine başlama aşamasına gelmiş bir ülke hakkında bundan böyle Avrupa coğrafyası içinde sayılamayacağı iddiası, diğer AB ülkelerine kabul ettirilemez.
Kaldı ki, sınırların tarifi, AB’nin uzun vadeli vizyonunu ipotek altına alır.
Türkiye’nin Fransa’nın girişimlerine karşı yapabileceği az şey yok. Ne yazık ki en kritik bir dönemde çok ciddi bir kriz içinde bunaldığından etkin ve inandırıcı bir siyaset gütmek imkánından halen mahrum.