"The Independent" gazetesinin birkaç gün önce Türkiye hakkındaki teşhisi yanlış değildi: "Doğu ile Batı, din ile milliyetçilik ve otokrasi ile demokrasi arasında Türkiye kadar gerginlik yaşayan bir başka ülke bulmak zordur."
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararı heyecanla beklenirken gittikçe derinleşen siyasi kutuplaşma, PKK terörünün bütün maruz kaldığı darbelere rağmen bir türlü sona ermemesi, olası failleri üzerinde derhal tartışma başlatan Güngören’deki menfur saldırı ve Ergenekon davasının yarattığı cepheleşme karanlık tabloyu tamamlıyordu.
Bu atmosfer içinde Anayasa Mahkemesi, birçoklarının beklediği gibi AKP’yi kapatan ve 71 üyesini siyasi faaliyetten men eden bir karar alsaydı, bütün boyutlarını önceden kestiremeyeceğimiz bir yönetim boşluğuna ve siyasi buhrana sürüklenecektik.
* * *
AYM’nin, gerekli çoğunluğu bulamadığı için kapatma kararı alamazken on oyla AKP’ye hazineden yapılan yardımın yarısını kesmesi hukuken elbette tartışmaya açıktır. Bazı hukukçulara göre Hazine yardımı konusunda alınan karar dahi AB standartlarına ve Anayasa’nın öngördüğü kapatma kriterlerine aykırı sayılmalıdır. Ne var ki AYM’nin daha önceki kararlarını da salt hukuk kıstasları ile bağdaştırmak kolay değildi.
Türban yasağını kaldıran Anayasa değişikliklerinin iptali de münakaşalara yol açmıştı. Dolayısıyla bu sefer gösterilen hukuki temkini olumlu karşılamak doğru olacaktır. AYM’nin kararları kaçınılmaz olarak politik neticeler doğurduğundan siyasi sağduyunun bir şekilde galebe çalması çok sevindiricidir.
Anayasa değişiklikleri iptal edildikten sonra ayrıca AKP’yi kapatma kararı alınsaydı, bu kararın haklılığını savunmak pek mümkün olmazdı. Aslında iki karar arasında pragmatik bir denge kurulmuştur diyebiliriz.
* * *
Peki bundan sonrası ne olacak? AYM Başkanı Haşim Kılıç kararın bir uyarı olduğunu belirterek AKP’nin gerekli mesajı alacağı umudunu ifade etti. Kılıç haklıdır. AKP’nin yapacağı çok şey var.
Türban yasağının kaldırılması konusunda partinin çok zamansız hareket ettiği ve durup dururken Yargıtay Başsavcısı’nın iddialarının başlıca mesnedini bizzat kendisinin yarattığı bir gerçektir. Başbakan’ın din ile ilgili konularda aşırı tepkilerde bulunduğu da inkár edilemez. Zaman zaman Avrupa’da İslam’a yöneltilen eleştirilere diğer Müslüman ülkelerin liderlerinden daha fazla reaksiyon gösterdiğini gördük.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin üniversitelerde türban yasağını yerinde gören kararına karşı "Ulemaya niye sormadılar" demesi de tipikti. Başbakan her eleştiriye bizzat cevap vermek eğiliminin ve hitabet kabiliyetinin kendisini sık sık tehlikeli mecralara sürüklediğini de artık görmelidir.
* * *
Kılıç karardan sonraki açıklamasında Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’nın ilgili maddelerinin değiştirilmesi gerektiğini de vurguladı. Türk demokrasisinin artık 1982 Anayasası’nın genel politik felsefesi ile gelişemeyeceği belli olmuştur.
Ancak bugünkü siyasi atmosferde Anayasa değişikliğini aceleye getirmek doğru olmaz. Ortalığın sakinleşmesi beklenmeli ve kamuoyunda ilkönce bir oydaşma yaratılmasına çalışılmalıdır.
Tabii bu alanda sorumluluk AKP’ye olduğu kadar kurumlara, medyaya, sivil topluma ve diğer siyasi partilere de düşer. Siyasi Partiler Yasası ise Anayasa’nın ötesinde yasaklar içermektedir. Belki de bu yasadan başlamak isabetli olur.
* * *
AYM’nin kapatma kararı almamasının AKP’ye yeni bir siyasi ivme vermesi kaçınılmazdır. AKP bu avantajını heba etmemelidir.
Küçük politik kavgalardan kaçınmalı, politikalarından kaygı duyanları anlamaya çalışmalı, AB üyelik sürecinin Türk demokrasisinin ilerlemesi için önemini iyi değerlendirmeli, içerdeki kilitlenmeler kadar dış politikadaki kilitlenmeleri aşmak için daha cesur davranmalıdır.
Muhalefet ise iktidarı devirmenin tek yolunun seçim kazanmak olduğunu nihayet idrak etmelidir.