PAPA 16. Benedikt’in 28 Kasım’da başlayacak ziyareti hakkındaki algılamalar ve buna karşı tepkiler, olabileceği kadar abartılı.
Buna protokole ilişkin karmaşa da eklenince, hiç lüzum yokken, Türkiye’nin imajının yalnızca Avrupa’da değil, fakat bütün dünyada hiçbir tanıtma çabasının kolay kolay telafi edemeyeceği ölçüde ağır hasar görmesi tehlikesi belirdi.
Olaysız geçen daha önceki Papa ziyaretlerine oranla bu sefer gözlemlenen sinirlilik ve infial, ne yazık ki aynı zamanda Türkiye’de radikal cereyanların kamuoyu üzerindeki etkisinin gücünü yansıtıyor.
* * *
Her şeyden önce sorunun nereden kaynaklandığını iyi teşhis etmek gerek. Kuşkusuz ziyaret tarihi yanlış saptanmış ve bunda Türkiye’nin kusuru yok. Papa, Patrik Bartholomeos ile Aziz Andreas yortusunda hazır bulunmak için 28 Kasım-1 Aralık tarihlerinde ısrar etmiş. Fakat Başbakan’ın o tarihlerde Türkiye’de bulunmayacak olmasını da mesele yapmamış. Cumhurbaşkanı, Başbakan Vekili ve Diyanet İşleri Başkanı ile görüşmeyi yeterli bulmuş.
Ne var ki, Cumhurbaşkanımız da anlaşılan, Papa’nın İslam ve Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki olumsuz konuşma ve tutumlarının etkisiyle kendisine fazla vakit ayırmaya pek meyyal değil. Yapacak bir şey yok. Onun kendine özgü bir dış politika ve diplomasi konsepti var.
Papa’nın ziyaretinin ağırlık merkezinin Patrik Bartholomeos ile katılacağı dini etkinlikler olacağı doğru. Fakat bu buluşmanın olağanüstü bir mahiyeti olduğu söylenemez. Bugünkü Patrik’in selefleri de bütün Ortodokslar adına papalar ile bir araya gelmişlerdir. En önemli buluşma, 1964’te olmuştu. 1054’ten beri süregelen Katolikler ile Ortodokslar arasındaki karşılıklı lanetleme o tarihte iptal edilmişti.
Papa’nın ziyaretinin dinlerarası diyalogla hiç ilgisi olmadığı da iddia edilemez. Vatikan’ın ziyarete ilişkin açıklamasında bugünkü Türkiye topraklarının geçmişte Hıristiyanlığın gelişmesinde ve yayılmasında oynadığı rol belirtilirken Türkiye’nin dinlerarası diyalog açısından rolüne de şu şekilde temas ediliyor:
"Papa’nın Türkiye ziyareti, 2. Jean Paul’ün izinden dinlerarası diyaloğun ivediliği konusunda Katolik Kilisesi’nin inancını yeniden vurgulamak amacını gütmektedir. Laik bir devlet olan Türkiye, Avrupa ile Asya arasında bir köprü işlevini yerine getirdiği gibi, çeşitli dini geleneklerin yurdudur. Ayrıca Ortadoğu’ya açılan bir balkon konumunda olduğundan dinlerarası diyaloğun değerleri, hoşgörü, karşılıklılık ve devletin laik karakteri Türkiye’den vurgulanabilir." Zannediyorum ki bu yaklaşımda itiraz edilecek bir nokta pek görülemez.
* * *
Papa’nın ziyareti Patrik’in "Ekümenik" sıfatını tekrar gündeme getirdiği için de alerji doğuruyor. Ancak bizim tanımadığımız bu uhrevi unvanı, Cumhuriyet’in ilanından sonra da patriklerin sürekli kullanmaya devam ettiklerini unutmamak lazım. Her defasında bu olguyu yeniden keşfedip sinirlenmenin anlamı yok.
Diğer taraftan Ayasofya’daki eylemlerin de hoş görülecek bir tarafı olamaz. Ayasofya’nın bütün Hıristiyan dünyası için büyük tarihi değeri var. Bu nedenledir ki Atatürk, 1935’te onu müze haline getirmiş ve bir bakıma bugün dünyanın sağlamaya çalıştığı dinlerarası uyumun bir sembolünü ta o zaman yaratmıştı.
2000 kadar gazetecinin izleyeceği Papa’nın ziyaretinin Türkiye açısından ters tepmemesi için hükümete, bütün siyasi parti başkanlarına, medyaya ve sivil topluma görev düşüyor. Sırf iç politika kaygılarıyla sorumluluktan kimsenin kaçınmaması gerekir.