Neden mi bahane mi?

AB Konseyi’nin bloke edilmemiş 26 müzakere başlığından sadece bir tanesinin açılması için gereken yöntemi başlatmaya razı olması sürpriz sayılmamalıdır.

Konseyin daha önce aldığı kararın aslında müzakerelerin 3 yıl kadar fiilen askıya alınması anlamına geldiği daha önce bu sütunda belirtilmişti. Bu kararın açıklanan nedeni, Türkiye’nin limanlarını Güney Kıbrıs gemilerine ve uçaklarına açmak yükümlülüğünü yerine getirmemesidir.

Kuşkusuz bu durum AB üyeliğimize karşı olanlar için bulunmaz bir bahane oluşturmuştur. Ancak AB’de Türkiye’nin üyeliğini kuvvetle destekleyen ülkeler de Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olmasından kaynaklanan engelin bugünkü koşullar altında nasıl aşılabileceğini bilemiyorlar.

Kısa sürede limanlar sorunu halledilmezse müzakere süreci yeniden canlandırılamaz, daha uzun vadede Kıbrıs meselesine kapsamlı bir çözüm bulunamazsa üyelik gerçekleşemez. Şimdi, kısa vadeli sorunu çözmek imkánı ufukta görülmediğinden, daha da zor olan uzun vadeli sorunun çözümü üzerinde odaklanıyoruz.

***

Kapsamlı çözüm konusunda ise ciddi bir kavram karışıklığı var. Bu çözümün yeri AB değil, fakat BM’dir diyoruz. Doğru da, buna zaten kimse itiraz etmiyor. Daha 8 Temmuz 2006’da KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Tassos Papadopulos, BM Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Gambari ile bir araya gelerek bir "Prensipler Mutabakatı" kabul ettiler.

Bu mutabakatta Kıbrıs’ın siyasi eşitliği sağlayan iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon temelinde tekrar birleşmesi amacını yinelediler. İki taraf halkının günlük hayatını ilgilendiren sorunların ele alınacağı 11 teknik komite kuruldu. Ayrıca yönetişim, güvenlik, mülkiyet, toprak, ekonomi, vatandaşlık, göç ve AB işleri gibi kapsamlı çözüme ilişkin özlü konuları inceleyecek çalışma grupları ihdas edildi.

Ne var ki gerek teknik komiteler, gerek çalışma grupları Kıbrıslı Rumların ayak sürtmesi yüzünden bugüne kadar işlevlerini yerine getiremediler, hatta toplanamadılar. Papadopulos her ne kadar "Prensipler Mutabakatı"nı kabul ettiyse de ciddi bir müzakereye yanaşmıyor.

Kapsamlı çözüm konusundaki maksimalist görüşlerini dayatabileceği bir siyasi konjonktürün gelişmesini bekliyor. Türkiye’nin AB sürecine karşı diplomatik gerilla savaşı aynı hedefe yönelik. Bu koşullar altında Papadopulos’un makul çözüme yanaşması beklenilemez. 2008 seçimlerinde başkanlığa seçileceği de artık kesin gibi.

İçinde bulunduğumuz açmazda bir çözümü kolaylaştırmak veya zorlamak için çeşitli fikirler de ileri sürülüyor. Türkiye’nin yanına Mehmet Ali Talat’ı alarak Güney Kıbrıs’la doğrudan görüşmesi bunlardan biri. Tabii böyle bir yaklaşım "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni tanıdığımız anlamına geleceğinden Papadopulos’u çok memnun eder.

Kıbrıs Rumlarının eskiden beri amacı, zaten Türkiye’nin kendilerini muhatap olarak kabul etmesidir. Bu formül aynı zamanda toplumlararası müzakerelerde şimdiye kadar mevcut statü eşitliğini yok eder. Unutmayalım ki, BM çerçevesinde bir araya geldiklerinde gerek Papadopulos gerek Talat resmi sıfatlarını terk ediyorlar ve "toplum liderleri" sayılıyorlar. 1964’ten beri aynı yöntem yürürlükte.

***

Bir başka fikir de 1960 Anayasası’na geri dönülmesi ve çözümün bu şekilde gerçekleşmesidir. İyi de 1960 Anayasası iki cemaat esasına dayanıyordu. İki bölgeye yer vermiyordu. O Anayasa’ya geri dönmek 1974 müdahalesiyle elde ettiğimiz başlıca avantajdan vazgeçme anlamına gelir.

Aynı zamanda, Garanti Antlaşması’na göre, eski statüye geri dönülmesiyle müdahale hukuken amacına varmış sayılacağından, İttifak Antlaşması’nda öngörülen 650 kişilik kontenjan dışındaki bütün kuvvetlerimizin derhal geri çekilmesi gerekir.

Evet, ortaya atılan bazı fikirler pek geçerli sayılamaz. Fakat yine de hepimizi düşünmeye sevk ettikleri için faydadan yoksun değiller. Ancak zihni sürekli çalıştırarak yaratıcı formüller bulabiliriz. Güçlükleri erteleme politikasıyla değil.
Yazarın Tüm Yazıları