HÜKÜMETİN AB Dönem Başkanlığı’na Gümrük Birliği Protokolü ile ilgili olarak ilettiği bazı öneriler, devletin zirvesinde lüzumsuz yere gergin bir tartışmaya yol açtı. Önerilerin gerçek niteliği zamanında aydınlığa kavuşmadığından, neyin kavgasının yapıldığı bile tam anlaşılamadı.
Şayet söz konusu olan bir Türk deniz limanının açılmasına mukabil Magosa limanının AB ile direkt ticarete, bir Türk havalimanının Güney Kıbrıs uçaklarına açılmasına mukabil Ercan Havalimanı’nın uluslararası trafiğe açılmasından ibaret idiyse zaten hiç mesele yok.
Ocak ayındaki eylem planına sadık kalındı demektir. Peki, Finlilerin sızdırdığı gibi, Türkiye bir yıl için bir deniz limanını mütekabiliyet aranmadan açılmasını kabul edebileceğini bildirdiyse "devlet politikası" delinmiş mi oluyordu?
Bence hayır; çünkü hükümet limanların açılması yükümlülüğünü de içeren Gümrük Birliği Protokolü’nü 2005 yılında imzalamıştı. Bu imzayı devlet politikasına aykırı sayan resmi bir gelişme de o tarihten beri olmadı. Kaldı ki hükümetin girişimlerinin amacını da saptırmamak lazım.
* * *
Hükümet, önerilerinin Rumlarca reddedileceğini herhalde biliyordu; fakat müzakere sürecini çok kısıtlayan ve inandırıcılığını yitiren AB Komisyonu’nun tavsiyelerinin konseyde hafifletilmesi veya hiç değilse daha fazla ağırlaştırılmaması gayesini gütmüştü.
Hükümetin yaklaşımının önemli bazı üyelerden küçümsenmeyecek destek gördüğü de göz ardı edilmemelidir. Aslında, hükümet eleştirilecekse, bu adımı atmakta geç kaldığı için eleştirilmeli.
Makalemi erken göndermek mecburiyetinde olduğum içim bu satırları AB Dışişleri Bakanları toplantısının ne sonuç verdiğini bilmeden yazıyorum. Kuşkusuz bakanlar seviyesinde veya AB zirvesinde alınacak karara dayanarak tam bir değerlendirme yapılmalıdır. Ancak tartışmaların bir başka odak noktası üzerinde de durmak istiyorum.
Hükümetin girişiminin resmi politikaya aykırı olduğu iddiasının dayandığı sav şöyle: Çözüm BM zemininde bütünsel nitelikte olacaktı. "Parça parça şunu ver, şunu al şeklinde değil." İyi de kapsamlı çözüm ile o çözüme varılıncaya kadar alınacak önlemler birbirine karıştırılmamalıdır. Kapsamlı çözümden önce KKTC üzerindeki izolasyonun kaldırılmasını ısrarla isteyen taraf biz değil miyiz?
Bu şimdi resmi politikaya aykırı mı düşüyor? Diğer taraftan kapsamlı çözümün BM çerçevesinde aranması gerektiğine AB’nin esasen bir itirazı yok; aksine BM Genel Sekreteri’nin inisiyatif almasını teşvik ediyor. Ancak Gümrük Birliği’nin AB’ye son katılan on üyeye de teşmil edilmesi gayet tabii BM’nin değil AB’nin işi.
* * *
Birleşmiş Milletler’i her derde deva görmek de yeni çıktı! Güney Kıbrıs’ın uluslararası alanda bütün Kıbrıs’ı temsil ettiğini kabul eden kararın BM Güvenlik Konseyi’nde alındığını hatırlayalım. BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi, Rumların tezlerine destek veren çok sayıda karar kabul etti.
Konsey, Kofi Annan’ın 2004 yılında çözümsüzlükten Rum tarafını sorumlu tutan raporunu not bile etmeye yanaşmadı. Tarafsız bir şekilde meseleye yaklaşanlar, BM Genel Sekreterleri oldular. Özellikle Kofi Annan, Kıbrıs AB’ye üye olmadan sorunun çözümlenmesi için çok gayret sarf etti. Annan’ın önerilerini, Güney Kıbrıs 2003’te Katılım Antlaşması’nı imzalamadan önce kabul etseydik bugün Kıbrıs sorunu bütün dış politikamızı bloke edemeyecekti.
Federal bir Kıbrıs AB’ye girseydi, ileride yine AB içinde iki bağımsız devlet formülü dahi gündeme gelebilirdi. Bugün Güney Kıbrıs, tek başına AB üyesi olduğundan bu formülü AB’nin kabullenmesi neredeyse imkánsızdır. Bu açmaza nasıl sürüklendiğimizin hikáyesini hepimiz biliyoruz. Nasıl çıkacağımızı bilmiyoruz.