BİR yandan PKK terör saldırılarının artması, diğer yandan İsrail’in Lübnan’da geniş çapta askeri operasyonlara girişmesinin geçerli bir emsal olarak algılanması nedeniyle, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta, orada mevzilenmiş PKK teröristlerine karşı askeri bir müdahalede bulunması yeniden tartışmaya açıldı.
Genellikle bu tip operasyonlar, gerekli askeri ve siyasi hazırlıklar gizlilik içinde tamamlandıktan sonra başlatılır. Bizde her nedense niyet peşinen açıklandı ve kamuoyunda hükümetin opsiyonlarını ve politik manevra alanını daraltan kuvvetli bir beklenti yaratıldı.
***
İsrail emsalinin ne kadar geçerli olduğu tartışmaya açıktır. İsrail’in orantısız kuvvet kullanmasını uluslararası toplum kınamaktan geri kalmıyor. Fakat BM Güvenlik Konseyi’nin, operasyonların durdurulması yolunda bir karar alması, ABD’nin veto hakkı yüzünden mümkün değil. Türkiye’nin Irak’a olası bir müdahalesinin meşru dayanağının Lübnan’a İsrail müdahalesinden daha kuvvetli olacağına şüphe yok. Ne var ki hukuken bu meşruiyeti tescil edecek bir merci yok.
Barış ve güvenliğe ilişkin konularda başvurulacak tek merci, Güvenlik Konseyi’dir. Konseye kendimiz başvurursak, bize hak veren bir kararın çıkması söz konusu değildir. Başkaları Türkiye aleyhine konseye giderse operasyonları durdurmamız yolunda bir kararın çıkması ise şaşırtıcı olmaz.
Nedeni basit. Güvenlik Konseyi, politik değerlendirme yapar ve bu değerlendirme konsey üyelerinin algılamalarına ve siyasetlerine göre şekillenir.
***
Akla kaçınılmaz olarak bazı sorular geliyor. 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’na kadar Saddam Hüseyin’in onayıyla, ondan sonra da 2003 yılına kadar Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan istifadeyle ve İncirlik Üssü’nden yürütülen "Kuzey Keşif" hava operasyonlarının sağladığı politik şemsiye altında Kuzey Irak’ta çok sayıda operasyona girişmiştik.
Kandil Dağı meselesi o zaman da vardı; fakat bir türlü sonuç alınamadı. Bugün çok daha çetin politik koşullar altında sonuca varmak daha mı kolay?ABD’nin muhalefetini aştığımızı bir an için varsaysak bile sınırdan sızmaları sürekli önleyebilmek için Kuzey Irak’ta devamlı ve önemli sayıda asker bulundurmamız gerekmeyecek mi?
Kürtlerin kuvvetlerimize karşı gerilla hareketlerinde bulunmaları olasılığı hiç mi yok? Askeri mevcudiyetimizin sürmesinin neden olacağı bölgesel ve uluslararası tepkiler göz ardı edilebilir mi? Bu sorunların bizim bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz cevapları umarım vardır.
***
ABD’nin tutumuna gelince, krizi tırmandırma politikamız karşısında ehveni şer olarak resen PKK’ya karşı harekete geçmeye nihayet karar vermesi kuşkusuz en iyi çözüm olur. Fakat tırmandırma politikasının çok büyük rizikoları beraberinde getireceği unutulmamalıdır.
ABD müdahalemize muhalefetini sürdürürse, kapsamı ve neticeleri bugünden öngörülemeyecek bir açmaza düşeriz. Cevap arayan bir soru daha var. ABD ile bir ortak vizyon belgesini yeni imzaladık. PKK terörüne de yer veren bu belge aylarca müzakere edilirken tek taraflı müdahale opsiyonu üzerinde hiç mi durulmadı?
Bir noktanın daha altı çizilmelidir. PKK terörüne yalnızca askeri yoldan son verilebileceğine, müttefiklerimiz ve AB üyeleri arasında hiçbir ülke inanmamaktadır. Tepkilerinde bu unsur da rol oynayacaktır.
Kamuoyunun birbirini izleyen şehit cenazelerinden infial duymasından daha tabii bir şey olamaz. Ancak hükümetler gerçekçi olmaya mecburdurlar. Neyse, şimdilik ABD ve Irak ile diyalog sürüyor. Diplomasiye kapı henüz açık.