FRANSIZ "Le Monde" Gazetesi’nin geçen kasım ayındaki bir sayısında, Soğuk Savaş sonrasında dünyada küresel kaosun hüküm sürdüğünü belirten bir makale okumuştum.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in 9 Şubat’ta Münih’teki Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda yaptığı ve çok yankı uyandıran konuşması ışığında bu makaleye tekrar bir göz attım.
Bunda Soğuk Savaş kurallarının kendine özgü bir mantığa dayandığı, Soğuk Savaş sona erince geliştirilen "müdahale hakkı" kavramıyla uluslararası hukukun hákimiyeti temelinde bir dünya düzeni kurulması amacının güdüldüğü, fakat Irak savaşından beş yıl sonra yeni bir düzenden değil, aksine ancak bir global kaostan söz edilebileceği vurgulanıyordu.
Putin de Münih’teki konuşmasında dünyanın tek kutuplu hale geldiği tezini dile getiriyor: "Bir tek güç merkezi... Bir tek karar merkezi... Tek bir egemenin dünyası... Tek taraflı ve gayri meşru eylemler... Uluslararası ilişkilerde kontrolsüz kuvvet kullanımı... Dünyada yalnızca daha fazla istikrarsızlık ve tehlike yaratan bir politika."
Putin ayrıca, bu kadar global bir rol üstlenen bir ülkenin içinden çökeceği uyarısını da yapıyor.
* * *
Putin’in bu değerlendirmesine bir ölçüde katılmamak zor. Ne var ki, ABD politikalarını kınarken Rusya’nın emperyal nostaljisini gizlemiyor. Örneğin, NATO’nun genişlemesinden ve özellikle Baltık ülkelerini kapsamına almasından sızlanıyor. Tabii bir de Baltık ülkelerine, Polonya’ya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerine sormak gerek!
Onlar için NATO üyeliği, Rusya’nın kucağına tekrar düşmek kábusundan kurtuluş anlamına gelmiyor mu? Putin ABD’yi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nı (AGİT), tek bir ülkenin menfaatlerine hizmet eden bir örgüte dönüştürmekle itham ediyor.
Anlaşılan AGİT’in, Ukrayna ve Gürcistan gibi Sovyetler Birliği’nden kopan ülkelerde seçimlerin serbestçe yapılıp yapılmadığını kontrol etmesine tahammülü yok. Kendisinin Ukrayna ve Gürcistan üzerindeki baskılarına da göz yumulmasını istiyor. Putin’in nükleer alanda da ABD’den direkt bir şikáyeti var.
ABD’nin kendi topraklarında bir anti füze kalkanı kurmak teşebbüsünün nükleer kuvvet dengesine son vereceği endişesini taşıyor. Çünkü böyle bir kalkan gerçekleşirse Rus füzeleri hedeflerine varamayacak ve dolayısıyla nükleer kuvvet dengesi kalmayacak.
* * *
Putin kendisine çok güvenen bir lider. Başkanlığa seçilmesinden beri başarılarını inkár etmek mümkün değil. Yeltsin devrindeki yozlaşmaya son verildi. Irak savaşının sebep olduğu petrol fiyatlarındaki artış sayesinde ekonomi çok güçlendi.
Fakat Rusya, aynı zamanda daha korkutucu bir politika izlemekten de geri kalmadı. Avrupa’nın Rus petrol ve gazına geniş ölçüde bağımlı hale gelmesini bir koz olarak kullanmakta tereddüt etmiyor. İran’da nükleer santral inşa ettiği gibi ona bol bol silah da satıyor.
Kafkasya’nın ve Orta Asya ülkelerinin kendisine enerji ihracı için bağımlı kalmasını istiyor. AB’nin desteklediği Kosova’nın bağımsızlığa yakın bir statüye gelmesine karşı çıkıyor. Şimdi de Ortadoğu’da daha aktif bir politikaya soyundu.
Peki, bütün bu yeni hamleler Rusya ile ABD, Rusya ile AB arasında iplerin kopması tehlikesini beraberinde getiriyor mu? Zannetmiyorum. Putin’in siyasetinde esneklik marjı bir hayli geniş. Münih’teki sert konuşmasının akabindeki basın konferansında birdenbire yumuşak bir ton kullandı.
"Bush dürüst bir adamdır ve onunla iş yapılabilir" dedi. Bush’un, "Rusya ile ABD’nin hiçbir zaman düşman olmayacaklarını varsayıyorum" dediğini hatırlatarak onunla mutabık olduğunu ifade etti.
Esneklik her lider için başarının başlıca koşulu değil mi?