SUUDİ Arabistan Kralı Abdullah’ın ziyareti birçok açıdan önem taşıyor. Her şeyden önce uzun müddetten, 1967’den beri bir Suudi Kralı resmi ziyarette bulunmamıştı. Dolayısıyla bu son ziyaretin sembolik önemi büyüktür. Suudi Arabistan hanedanı ve hükümet üyeleri arasında Türkiye’ye sempati besleyenler az değildir.
Annesi Türk olan ve çok güzel Türkçe konuşan bugünkü Dışişleri Bakanı bunlardan biridir. 1980’li yıllarda birçok alanda Türkiye’ye destek sağladığını yakından biliyorum. O tarihlerde Enerji Bakanı Yamani de petrol sıkıntısı çektiğimiz bir devirde acil ihtiyaçlarımızı karşılamaktan geri kalmamıştı.
Aynı tarihlerde Türkiye’ye gelen Savunma Bakanı Prens Sultan’ın gezdiği tersanede bir denizaltı inşa edildiğini görünce çok heyecanlandığını anımsıyorum. Suudi Arabistan’ın Türkiye’nin dini öne çıkaran politikacıların hepsinden hoşlandığı da zannedilmemelidir. Örneğin, Erbakan’a fazla güven duymazlardı.
***
Bunları yazıyorum; çünkü Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri akılcı bir yaklaşımla değerlendirmek gerekir. Elbette bazı sorunlar ilişkilerde zaman zaman huzursuzluk yaratmıştır. Fakat Kral Abdullah’ın ziyareti sırasında yine medyada ifadesini bulan önyargıları ve küçük düşürücü yorumları haklı görmek mümkün değildir.
Ziyaretin siyasi ve ekonomik yönlerinden çok Kral ve heyeti hakkında dedikodulara ve magazin haberlerine geniş verildi. Daha da ileri gidilerek bu vesileyle Arapları aşağılayıcı yazılar çıktı. "Bizi sırtımızdan hançerlediler" nakaratı tekrarlandı. Evet, Araplar, İngilizlerin tahrikiyle ve onlarla birlikte bize karşı savaştılar. Enver Paşa’nın ve İttihatçı takımının basiretsizliği bizi Birinci Dünya Savaşı’na sürüklemeseydi tarihin akışı başka türlü olabilirdi.
Enver Paşa’nın çılgınca giriştiği Süveyş harekátının İngilizlerin Şam’a doğru taarruzunu tetiklediği de unutulmamalıdır. Kaldı ki Yunan, Bulgar, Arnavut ve Sırp milliyetçiliği gibi Arap milliyetçiliğinin, er veya geç bağımsızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdı. Tarihe bu açıdan bakmak sağduyunun gereğidir.
Arapların, İsrail’in Lübnan’a saldırısı karşısındaki hareketsizliğini de dilimize doladık. Her ülke kendi menfaatini değişik şekilde algılar. Müslüman oldukları için mi onlara karışmak hakkını kendimizde görüyoruz? Ne gariptir ki Arapları aşağılayanlar aynı zamanda İsrail’in saldırısına karşı infiallerini antisemitizm sınırına kadar götürüyorlar.
Tabii ABD’den ve AB’den de nefret ediyorlar, o da ayrı mesele. Türkiye’yi inzivacı, içine kapanık bir ülke haline getirmek için her türlü gayret sarf ediliyor.
***
Kral Abdullah’ın Ortadoğu’da çok dengeli bir politika güttüğünü hatırlamakta yarar vardır. 2002 yılında, 1967 sınırlarına çekildiği takdirde İsrail ile barış anlaşması imzalanmasını öngören "Arap Barış İnisiyatifi"nin mimarı oydu. Suudi Arabistan, Türkiye gibi Irak’ın toprak bütünlüğünün mutlaka korunmasını ister.
Birinci Körfez Savaşı’nda, baba Bush’un ABD ordusunu Bağdat’a göndermemesinin bir nedeni, Suudi Arabistan’ın Irak’ı parçalayacağı kaygısı ile buna muhalefeti olmuştu. Suudi Arabistan’ın Ortadoğu denkleminde petrol zenginliğinden ve jeopolitik konumundan kaynaklanan önemini Türkiye’nin göz ardı etmesine imkán yoktu.
Riyad’a yakınlaşma politikası her bakımdan yerindedir. Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve Türkiye’ye yüksek miktarda Suudi sermayesi akımını teşvik politikası da isabetlidir. Dünyada her ülke bu sermayeyi kendisine çekmek için uğraşırken Suudi Arabistan’ın Türkiye’yi yatırımları için daha güvenilir bulması, Türk ekonomisine yeni bir ivme verir.