AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu’ndan önce müzakere sürecini durduracak veya ciddi surette zedeleyecek bir açmazı önlemek için dönem başkanı Finlandiya’nın Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja’nın harcadığı çabalar bu aşamada sonuç vermedi. Yarın açıklanacak olan raporun AB Konseyi’ne müzakere sürecini doğrudan etkileyecek somut öneriler içermemesi bekleniyor.
O takdirde Gümrük Birliği Protokolü’nün uygulanması konusunu çözmeye yönelik çabalar aralık ayındaki AB zirvesine kadar devam edebilecek. Ne var ki tarafların yaklaşımları arasındaki farkı kapatmak çok zor. Helsinki’de yapılması öngörülen toplantı, format yüzünden akamete uğradı.
Papadopulos, KKTC Cumhurbaşkanı’nı muhatap almak istemedi, Türkiye Yunanistan’ın da katılmasında ısrar etti. Fakat formatın ötesinde Fin Dışişleri Bakanı’nın henüz káğıda dökmediği öneriler, Türkiye’nin ve KKTC’nin kabul edebileceği nitelikte değil.
* * *
Tuomioja’nın yürüttüğü diplomasi hatalı görülebilirse de iyi niyetinden şüphe etmek doğru olmaz. İşi son derece zordu. Sorunun arka planını biraz hatırlayalım. 2004 zirvesinden sonra Türkiye, limanlarını Güney Kıbrıs’a açmasını da gerektiren protokolü imzalarken, bir deklarasyonla Kıbrıs meselesi çözümlenmeden Güney Kıbrıs’ı tanımayacağını bildirdi.
Bunun üzerine AB, mukabil bir deklarasyonla "müzakere başlıklarının açılmasının Türkiye’nin üyelerle anlaşmalarından doğan yükümlülükleri yerine getirmesine bağlı olduğunu" ve aksi bir durumun "tüm müzakere süreci"ni etkileyeceğini vurguladı. Daha sonra, Türkiye bir eylem planı açıkladı. Limanlarının açılması karşılığında, Kuzey Kıbrıs’ın izolasyonuna son verilmesi yönünde 2004 sonunda AB Konseyi’nce alınan karar çerçevesinde, Kuzey Kıbrıs deniz ve havalimanlarının da uluslararası ulaşıma açılmasını ve KKTC üzerindeki çeşitli kısıtlamaların kaldırılmasını şart koştu.
Tuomioja şimdi Türkiye’nin limanlarını Güney Kıbrıs’a açması ile KKTC üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması arasında bir denge bulmaya çalışıyor. Bu maksatla bir hayli zamandan beri ortada dolaşan tartışmalı bir kompromi formülünü benimsedi. Ancak yazılı öneride bulunmaması isabetliydi. Yazılı öneride bulunsaydı ipler hemen kopardı.
Oysa, özellikle kapalı Maraş bölgesinin iki yıl süreyle BM denetimine verilmesi fikrini mutlaka reddedecek olan Türkiye bile, bugüne kadar kompromi çabalarına karşı gelen taraf gibi gözükmemeye uğraştı.
* * *
Başbakan’ın ise son günlerde sesini tekrar yükselttiği görülüyor. Kıbrıs meselesinin çözüm yeri BM’dir diye ısrar ediyor. Çok haklı da. Gümrük Birliği Protokolü de AB’nin işi. AB nihai çözümün BM zemininde olmasına itiraz etmiyor. Annan Planı’nın hazırlanmasında BM’ye katkıda da bulundu. Başka çaresi de yoktu; çünkü plan birleşik bir Kıbrıs’ın AB üyesi olacağı varsayımına dayanıyordu.
Artık BM ve AB süreçlerini tamamen birbirinden ayrı süreçler gibi görmek imkánı galiba kalmadı. Maraş kuşkusuz bugün nihai çözümün bir parçası. Fakat geçmiş yıllarda, nihai çözümü kolaylaştırmaya yönelik güven artırıcı önlemler paketleri içinde yer aldığını da unutmamak lazımdır.
22 Ekim’deki yazımda belirttiğim gibi, Maraş’ın BM’ye devri orantısız bir ödün olur. Bu ödünü vermektense limanların tek taraflı açılması bile ehveni şerdir. Buna da bugünkü politik koşullar altında olanak yok.
Dolayısıyla bugünkü açmazdan en az tahribatla kurtulmaya çalışmalıyız. Bunun da önemli bir koşulu, iç politikada olduğu kadar dış politikada da hırçın bir üslubun sonunda ters tepebileceğini idrak etmektir.