SON zamanlarda bir genel karamsarlık havasının yine gazete sayfalarını istila ettiğini görüyoruz. Bu seferki dalgayı tetikleyen Fazıl Say oldu. Ünlü piyanist ve kompozitörümüz, "Azınlıkta kaldık, dışlanıyoruz. Bakan eşleri türbanlı. İslamcılar güç kazandı. Türkiye’yi terk edebilirim" gibi sözler söyleyince yine bir travma içine girdik.
Mazoşizm dürtülerimiz sık sık olduğu gibi canlandı. Say’ın tepkilerinin kişisel bakımdan meşru olduğunda kuşku yok. Say milletçe gurur duyduğumuz ve kendisinin de ifade ettiği gibi Anadolu halk kültüründen hiç kopmamış, dünyaca takdir edilen ve alkışlanan bir sanatçımızdır.
Onun hassasiyetini saygı ve anlayışla karşılamalıyız. Söyledikleri de mutlaka dikkatle değerlendirilmelidir. Ne var ki onun yaklaşımından hareketle politik ve sosyal genellemelere varmanın doğruluğu sorgulanabilir.
* * *
Genel olarak baktığımızda Türkiye’nin birkaç yıldan beri fırtınalı bir evrim içinde bulunduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Türkiye’de çok iyi şeyler de oluyor, çok kötü şeyler de.
Olumsuz gelişmelerde tek bir yönetimin değil, 1980’lerden beri işbaşına gelen bütün yönetimlerin günahı var. Nüfus süratle artarken, her derecede eğitimin kalitesi bugünün ihtiyaçlarıyla uyumlu olmaktan çok uzak kalmış, kalıp fikirlere sıkı sıkıya bağlı, başkasının fikirlerine karşı en ufak bir hoşgörü göstermeyen, söylem veya eylemlerinde şiddet dürtüsüne hemen kapılan, düşünmekten ve tartışmaktan hoşlanmayan insanların sayısı çok artmış, radikal politik eğilimler prim yapmıştır.
Eğitim sistemimizin hazin sonuçlarını politikada, genel anlamda bürokraside, yargıda ve hatta bilim kuruluşları olması gereken üniversitelerimizde görüyoruz. Medya gittikçe magazinleşerek daha fazla nüfuz kazanırken sayısı sürekli artan özel televizyon kanallarının önemli bir kısmı siyasi ve sosyal kutuplaşmaları sürekli tahrik ediyor ve dünyayı reddederek içimize kapanmamız çağrısını yapıyor.
Peki içimize kapanınca ne yapacağız? Ülke daha mı fazla güçlenecek, toplum daha mı ileri gidecek? Uzak tarihimizin şanlı sayfalarını büyük bir özlemle tekrar tekrar birbirimize ballandıra ballandıra anlatarak mı kaçınılmaz küreselleşme gerçeğine ayak uyduracağız?
* * *
Toplumumuzdaki bu süreç, aynı zamanda çok ciddi problemlerimize gerçekçi teşhisler koymamızı, hatalarımızı görerek bunları düzeltme yoluna girmemizi de engelliyor. Söylemlere bakarsanız bugün karşılaştığımız kritik sorunların kaynağı hep dışarıda. Bu görüşe kapılınca sorunların çözümünü de dışarıdan bekliyoruz.
Evet, karamsarlık ilham eden gelişmeler az değil. Fakat iyimserlik nedenlerini de görmezlikten gelemeyiz. Türkiye’de son 30-35 yılda katettiğimiz mesafe küçümsenecek gibi değildir. Bütün iniş çıkışlara rağmen demokrasimiz güçlenmiştir. Ekonomimiz dünyaca takdir edilen bir büyüme hızı ve dinamizm kazanmıştır.
Türkiye dünyaya açılmış ve tanınmış ekonomistlerin vurguladığı gibi küreselleşmeye birçok ülkeden daha fazla ayak uydurmuştur. Yolumuz güçlüklerle dolu olsa bile Avrupa Birliği üyeliği vizyonu devam etmekte, politik, ekonomik ve sosyal reformlarımıza ivme vermektedir.
Türkiye uluslararası politika ve güvenlik denkleminde kendi çıkarlarını koruyabilecek bir konumdadır. PKK’ya karşı Kuzey Irak’a askeri müdahalemize hiçbir ciddi itiraz gelmemesi, gücümüzün ve itibarımızın çok anlamlı bir göstergesidir.
* * *
Zannediyorum ki, iyimserlik için önemli bir sebep daha var. Çok yanılmıyorsam medyadan yansıyan sürekli kriz ve toplumsal kutuplaşma tablosu kamuoyumuzun büyük bir çoğunluğunun algılamasına uymuyor.
Sağduyu, gerçekçilik, toplumsal dayanışma geleneği hálá galebe çalıyor. Bir noktayı daha belirtmek de belki yararlı olur.
Genellikle dünyanın bizi algılaması da bizim kendi iç algılamamızdan çok farklı. Çok daha olumlu.