22 Temmuz seçimleri, Türkiye’nin demokrasi tarihinde son derece olumlu bir aşama sayılmalıdır.
Seçim, Avrupa Konseyi’nin de takdir ettiği bir şekilde cereyan etti. Tek bir partinin yüzde elliye oldukça yakın bir çoğunluk sağlaması, önümüzdeki 4-5 yıl içinde siyasi istikrarın devam edeceğinin işaretini verdi.
Hırçın, yıkıcı ve kibirli bir muhalefeti marifet sayan CHP, halktan hak ettiği tepkiyi gördü. Başbakan seçim gecesi gerçekten yapıcı ve kucaklayıcı bir konuşma yaptı. Meclis’teki yemin töreni DTP’li milletvekillerinin bu defa daha sorumlu ve uzlaşıcı davranacakları umudunu doğururken MHP Başkanı ile el sıkışma çok olumlu bir imaj yarattı.
Meclis Başkanlığı’na hemen herkesin tasvip ettiği Köksal Toptan 450 oyla seçildi. Bütün bu güzel gelişmelerin yanı sıra yeni AKP milletvekillerinin bir kısmının partiyi merkeze oturtacak bir eğilim içinde olduğu kaydedilmelidir. Kısacası, bir yol kazası olmadığı takdirde ileriye güvenle bakmak için yeterli bir hayli neden mevcut.
* * *
Ne yazık ki yol kazası tehlikesi yoktur diyemiyoruz. Cumhurbaşkanı seçimi konusunun önümüzdeki günlerde nasıl çözümlenebileceğini hálá göremiyoruz. Demokrasi açısından kuşkusuz Abdullah Gül’ün seçilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Partisi seçimden büyük zaferle çıktı.
MHP seçim turlarına başından itibaren katılacağını bildirdiğine göre Anayasa Mahkemesi’nin toplantı yeter sayısı hakkındaki kararı artık bir engel oluşturmuyor. Gül, partisinin desteğine güveniyor. İyi bir cumhurbaşkanı olacağı konusunda peşin hükümlüler dışında kimsenin tereddüdü yok.
Gül’ün, adaylığından bir başka AKP’li lehine feragat etmesi de mantıkla bağdaşmıyor. Ne var ki, Türkiye’nin tarihi gelişmesi içinde bugün bulunduğumuz noktada politik denklemin, demokratik denklemden ibaret olduğunu söylemek mümkün değil. Bunun bize has bir durum olduğu da iddia edilemez.
Birçok başka demokrasilerde de "establishment" denen bir kavram var. Gerektiğinde politik baskı yapabilen saygın bir nüfuzlular topluluğu anlamında. Örneğin, İngiltere’de Başbakan Margaret Thatcher’ı 1990’da deviren seçimler değil, partisi içindeki ve dışındaki "establishment"idi.
Türkiye’nin farkı, bu tanımın içinde ağırlıklı olarak Silahlı Kuvvetler’in bulunmasıdır. Bunun da ötesinde laiklik anlayışı üzerindeki tartışma Türkiye’de bitmiş değil. Önyargılar, sabit fikirler ve semboller çatışması sürüyor. Bu durumda cumhurbaşkanının bütün kesimlerce tarafsız olarak algılanan bir kimse olmasında sayılamayacak kadar yarar vardır.
* * *
Gül’ün adaylıktan vazgeçmesinin AKP içinde yaratacağı sıkıntı elbette küçümsenemez. Fakat anlaşılan AKP’nin niyeti, parlamenter sistemle daha uyumlu yeni bir Anayasa çerçevesinde cumhurbaşkanının yetkilerini kısıtlamaktır.
Yetkileri kırpılmış bir cumhurbaşkanının iktidar partisinin mensubu olmaması, o parti için siyasi bir yenilgi sayılmaz.
Gül de icrai ve aktif bir görevde ülkesine daha fazla hizmet edebilir.