İsrail-Filistin ve Lübnan

GEÇEN salı günkü yazımda temas ettiğim "Akdeniz Politikaları Enstitüsü"nün Monako toplantısında, İsrail-Filistin ihtilafı ve Lübnan üzerinde de bir hayli duruldu.

Toplantıya katılan İspanya Dışişleri Bakanı ve AB Komisyonu’nun dışişlerinden sorumlu üyesi, Ortadoğu sorunlarında AB’nin yeni bir rol oynamak istediğini ifade ettiler.

Fakat, bugünkü koşullarda AB’nin etkili bir rol üstleneceğine ne Filistinliler, ne de İsrailliler inanıyor. Filistinliler, ayrıca AB’nin mali yardımlarından övgüyle bahsederken banka işlemleri üzerindeki kısıtlamaların, yardımların kendilerine ulaşmasını neredeyse imkánsız hale getirdiğinden de yakındılar.

İsrail ile barış sürecinin başladığı 1993’ten beri gittikçe daha kötü duruma düştüklerini, bugün işsizlik oranının yüzde 55’e, fakirlik oranının yüzde 70’e ulaştığını, İsrail cezaevlerinde 11 bin Filistinli tutuklu bulunduğunu hatırlattılar. HAMAS’ın görüşüne yakın olanlar ise İsrail’in mevcudiyetini tanımamalarının anlayışla karşılanmasını istiyorlar. Onlara göre İsrail devletinin kurulması, Filistinlilere karşı tarihi bir haksızlıktır.

* * *

Filistinlilerin bir gün kendilerine ait toprakları kurtarmak hayaline saygı gösterilmelidir. Ancak bu hayalin, bu rüyanın canlı tutulması, İsrail ile Filistinlilerin çatışma içinde olmasını gerektirmez. Kuran’da "hudna", sürekli ateşkes kavramı vardır ve bu kavrama HAMAS uyabilir. HAMAS’ın, bu yaklaşımda direndiği takdirde, İsrail-Filistin ihtilafının çözümlenmesine katkıdabulunması galiba zor olacak!

Monako toplantısında Lübnan üzerinde de çok duruldu. Lübnan’ın bugün içinde bulunduğu açmazın yakın zamanda aşılabileceğini düşünen pek yok. Lübnanlılar ülkelerinin 1970’li yılların başından beri istikrarsızlık içinde bulunduğunu, Ortadoğu’daki çatışmaların ve nüfuz mücadelelerinin sahnesi haline geldiğini belirtiyorlar ve yaşadıkları dramlardan geniş ölçüde Suriye’yi sorumlu tutuyorlar.

Bugün Hizbullah’ın, hükümeti boykot etmesinden kaynaklanan ve Lübnan’ı felç eden krizde Suriye yine ön planda. Hizbullah’a silah göndermeye devam ediyor ve Hariri cinayetinin zanlılarını yargılayacak BM mahkemesinin kurulmasını engelliyor. Mahkemenin kurulması parlamentonun kararına bağlı, dolayısıyla Hizbullah’ın kararı bloke edebilecek gücü var.

Arap Ligi’nin çabalarının yanında İran ve Suudi Arabistan da bir uzlaşma formülü bulmaya çalışıyor. Bu iki ülkenin, Hizbullah’a daha fazla politik güç verilmesi karşılığında, onun parlamentoda mahkemenin kurulmasına muhalefetten vazgeçmesi gibi bir çözümü öngördükleri anlaşılıyor, fakat üzerinde çalıştıkları formülün ayrıntıları pek bilinmiyor.

Kaldı ki Suriye, Hariri cinayetinin faillerini ortaya çıkaracak bir sürece kesinlikle karşı. Bunu önlemek amacıyla Beşar Esad apar topar İranlı liderlerle görüşmek üzere Tahran’a gitti.

* * *

Lübnan için Filistin meselesinin çözümü yaşamsal önemde. Bir çözüm, İsrail ile çatışmaları önleyecek ve aynı zamanda Lübnan’daki politik denklemi etkileyen Filistinli mültecilerin ülkeyi terk etmelerini sağlayabilecek. Şimdiki durumda ise Lübnan her türlü tehlikeye açık. Sayısı 15 bin olan BM Barış Gücü’ne(UNIFIL II) karşı ortalığı karıştırmak için saldırı düzenlenmesi olasılığının mevcut olduğunu düşünenler bile var.

Irak dahil, Ortadoğu’daki karmaşada Suudi Arabistan’ın gittikçe daha ağırlıklı bir rol oynadığı da görülmektedir. HAMAS ile El-Fetih arasındaki Mekke Anlaşması’nda o arabuluculuk yaptı.

Lübnan da çok aktif. Gerek ABD, gerekse AB ile ilişkileri iyi ve yoğun. Akılcı bir politika güdüyor. Fazla konuşmuyor, ketum davranıyor ve sonuç alıyor. Başka türlü sonuç almak zaten mümkün mü? Ne kadar konuşursanız, o kadar etkiniz azalır.
Yazarın Tüm Yazıları