NÜKLEER programı yüzünden İran üzerinde uygulanan baskı hem Tahran’ın bölgede bir tehdit oluşturmasını, hem de nükleer silahlara sahip ülkelerin sayısının artmasını önlemek amacına yönelik.
Halen Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NSYÖA) uygun olarak nükleer silahlara sahip ülkeler, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden ibaret.
NSYÖA bunların dışındaki ülkelere bu silahları yasaklıyor. Hindistan, Pakistan ve İsrail, antlaşmanın dışında kalarak nükleer güç haline geldiler. Aslında nükleer silahların daha da fazla yayılmamış olması bir başarı sayılabilir.
* * *
Londra Stratejik Etütler Enstitüsü Başkanı François Heisbourg, Le Monde Gazetesi’nde 4 Nisan’da yayımlanan makalesinde, 1962 yılında, John F.Kennedy’nin, nükleer devlet sayısının 1975’te 15 veya 20’ye çıkmasından endişe duyduğunu hatırlatıyor.
Bu kábus gerçekleşmedi. Heisbourg’a göre Kanada, İsviçre, Almanya, İtalya, İsveç, Brezilya, Güney Kore, Arjantin, Libya ve Irak değişik zamanlarda nükleer maceranın cazibesine kapıldılar; fakat yolun sonuna kadar gitmediler.
Nükleer silah geliştirmeyi başaran Güney Afrika ve Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sınırları içindeki nükleer silahları devralan Ukrayna, Kazakistan ve Belarus, nükleer güç statüsünden vazgeçtiler.
İran’ın durumu değişik. İran, NSYÖA’ya taraf ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) denetimine tabi. NSYÖA’ya göre barışçı amaçlarla uranyum zenginleştirme çalışmalarında bulunmak hakkı da var. Ancak UAEA ile ilişkilerinde şeffaflığa riayet etmediği için gizlice nükleer silah üretmesi olasılığı kuvvetli görülüyor ve bu nedenle uranyum zenginleştirme sürecine son vermesinde ısrar ediliyor.
Üstelik İran, dünyaya meydan okumaktan bir türlü vazgeçmiyor. Son olarak uranyum zenginleştirme aşamasına vardığını büyük tantanayla ilan etti. Bu iddianın ne kadar gerçeği yansıttığı belli değil.
* * *
İki ay önce UAEA temsilcileri, İran’ın zenginleştirme oranının ancak yüzde 1.2’yi bulduğunu, kritik yüzde 5 seviyesine varmanın çok zor olduğunu bildiriyorlardı. Şimdi ise birdenbire yüzde 3.5 seviyesine ulaşıldığı söyleniyor.
Tahran’a yeni bir ziyarette bulunan UAEA Genel Müdürü El-Baradei, nisan sonunda BM Güvenlik Konseyi’ne yeni bir rapor sunacak. Konseyin ABD’nin isteği doğrultuda İran’a ciddi yaptırımlar uygulanmasına karar vermesi ihtimali hemen hemen hiç yok.
ABD’nin bu durumda İran’a karşı askeri bir müdahalede bulunmasının ise hem Ortadoğu’daki istikrarsızlığı büsbütün artıracağı, hem de petrol fiyatlarının fırlamasına yol açacağı kesin. ABD’nin politik çelişkileri de gözden kaçmamalı.
Birkaç gün önce eski UAEA Genel Müdürü Hans Blix’in, İstanbul’da iken belirttiği gibi, nükleer silah üretiminde İran’dan daha ileri bir aşamada bulunan Kuzey Kore’ye karşı sadece sopa değil, aynı zamanda havuç politikası izlendi. Bir başka çelişki de Hindistan’a tanınan ayrıcalık.
Hindistan, NSYÖA’ya taraf olmadığı için onunla barışçı da olsa nükleer programlarda işbirliği yapılması antlaşmaya aykırı. Oysa Başkan Bush son Yeni Delhi ziyaretinde Hindistan’la bu konuda kapsamlı bir anlaşma imzalamakta sakınca görmedi.
Blix haklı. İran’a karşı sadece zorlama değil, aynı zamanda bir açılım politikası güdülmelidir. Herhalde açılım opsiyonunun denenmesinde bir sakınca olamaz.
* * *
İran’ın nükleer güç haline gelmesi, Türkiye’nin güvenlik menfaatleri ile Ortadoğu’nun barış ve istikrarıyla bağdaşmaz.
Buna karşılık bir Amerikan müdahalesi, Türkiye’ye kaçınılmaz olarak büyük zarar verir ve bölgedeki yangını körükler.
Türkiye, ABD ile bir sürtüşmeye girmeden İran’a karşı ölçülü bir açılım politikasını teşvik etmelidir.