ASLINA bakarsanız 1 Mart 2003’ten, hatta ondan önceki haftalardan beri Irak konusunda çok tutarlı bir politika güttüğümüzü iddia etmek biraz zor. Siyasetimiz hayli bocaladı, zikzaklı bir yol izledi. Tantanayla ilan edilen kırmızı çizgilerden pek eser kalmadı.
Bitmez tükenmez söylemler ve uyarıların galiba tek sonucu, ABD’nin, ordusunu Irak’tan çekince, Türkiye’ye karşı caydırıcı bir işlevi de yerine getirecek bir miktar kuvveti kuzeyde bulundurmaya devam etmesi olacak. Bazı kurumların Kuzey Irak’taki faaliyetlerinin ters teptiği de gittikçe ortaya çıkıyor.
Son zamanlarda ise çelişkiler artarken, Irak konusunda Türkiye’nin siyasi ağırlığının azaldığı, önemli diplomatik temas ve girişimlerden uzak tutulduğu izlenimi var.
Radikal Gazetesi’nin aktardığı, Londra’da Arapça yayımlanan El Hayat Gazetesi’nin bir makalesinde, Türkiye’nin, bütün Irak politikasını bağımsız bir Kürt devletinin kurulacağı endişesine dayandırdığı için, Kürtlerle yapıcı ilişki kurma ve bölgede güçlenme fırsatını kaçırdığı ileri sürülüyor.
Bu görüşte hiç gerçek payı yok mu? El Hayat’ın makalesinin Arap ülkelerinde genellikle yaygın bir kanaati yansıttığını düşünmek yanlış olmaz.
* * *
Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimine karşı güdülecek politika, geçtiğimiz günlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Washington ziyareti sırasında yine gündeme geldi. Türk-Amerikan ilişkileri, özellikle askeri alandaki ilişkiler bakımından çok olumlu geçtiği anlaşılan bu ziyarette, Genelkurmay Başkanı, Kürt liderleriyle görüşmeyi doğru bulmadığını ifade etti.
Oysa Başbakan, olumlu sonuçlar verebilecekse Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt hükümetiyle ilişkileri geliştirecek adımlar atılabileceğini düşünüyor. Başbakan’ın açıklamasından sonra ise Orgeneral Büyükanıt fikrinde ısrarlı, "Bir asker olarak görüşmem" diyor; fakat siyasi takdir yetkisinin hükümette olduğunu kabul ediyor.
Bu farklı görüşlerin alenen, üstelik hem Başbakan hem de Genelkurmay Başkanı yurtdışındayken ifade edilmesini yadırgamamak mümkün değil. Bu kadar önemli ve askeri yönü de bulunan bir meselede, hükümetin Genelkurmay Başkanlığı’nın görüşünü aldıktan sonra tutumunu belirlemesi, Genelkurmay Başkanı’nın da hükümet siyasi çizgisini saptadıktan sonra buna uyması icap ederdi.
Ne yazık ki Türkiye’de medya vasıtasıyla tartışma ve polemik olağan hale geldi. Bu yüzden de esnekliğe yer kalmıyor, politikalar, içinde hapsoldukları kalıplarda donup kalıyor.
* * *
Irak politikamızdaki başlıca çelişki çok bariz. Hem Irak’ın birliğinin korunmasını istiyoruz, hem de bu birliğin sembolü olan Cumhurbaşkanı Talabani’yi, Kürt olduğu için Ankara’ya davet etmiyoruz. Kuzey Irak Kürt yönetimine gelince; fiilen bütün bölgede otoritesini tesis etmiş olduğunda kuşku yok.
Yeni bir gelişme değil, 1990’lı yıllardan beri devam ediyor. Biz o yönetimle geçmişte işbirliği yaptık. Barzani ile birlikte PKK’ya karşı operasyonlar yürüttük. Irak hükümetini PKK konusunda muhatap almak imkánı yok. Dün olduğu gibi bugün de Bağdat’ın otoritesi kuzeye uzanmıyor. ABD ise tek başına hareket etmekten, tüm sorumluluğu yüklenmekten kaçınıyor.
Bu durumda bölge yönetimiyle temasa girmek opsiyonunun açık bırakılmasında isabet yok mudur? Kuzeydeki yönetimin PKK’yı desteklediği şüphesi, temaslara engel teşkil eder mi? PKK’yı barındıran Suriye ile yıllarca ilişkilerimizi sürdürmedik mi? İran ile de benzer problem yaşadık.
Yalnızca Irak konusunda değil, başka önemli konularda da yaratıcı olamıyoruz, inisiyatif alamıyoruz. İç politika hesaplarıyla hep sıfır risk yolunu tercih ediyoruz. Fakat o zaman da uzun vadede riskler arttıkça artıyor.