İçinde bulunduğumuz kargaşa ve imajımız

TÜRKİYE’nin içinde bulunduğu çok boyutlu krizin bölgemizde ve dünyada imajımızı zedelememesi beklenemezdi.

Her şeyden önce Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’nde açtığı kapatma davasını hukuk devleti kavramı ve demokrasi prensipleri ile bağdaştıran bir tek resmi tepkiye veya medya yorumuna rastlanmadığı vurgulanmalıdır.

Fakat imajımızı menfi yolda etkileyen gelişme bundan ibaret değil. Nevruz kutlamalarında polisle göstericiler arasındaki çatışmalar ve şiddet kullanımı da Batı televizyonlarına geniş ölçüde yansıdı. Bunlara üniversitelerdeki olaylar ve bir türlü bütün yönleriyle aydınlanamayan "Ergenekon operasyonu" eklenince Türkiye’nin kriz içinde kriz yaşayan bir ülke görünümünde olduğu yadsınamaz.

Türkiye’nin birbirinden ayrı, fakat birbirini etkileyen birçok fay hatlarıyla bölünmüş ve kutuplaşması gittikçe derinleşen bir ülke olarak algılanması kimseyi şaşırtmamalıdır.

* * *

Bu koşullar altında, Türkiye’nin daha da müzminleşmeden Kürt sorununun çözümünün gerektirdiği yaratıcı bir politikaya yönelmesi, demokrasisinin güçlenmesi ve ekonomisinin istikrar içinde gelişmesi açısından hayati önemde olan AB vizyonunu muhafaza etmesi, bu vizyonu gerçekleştirmek için üyelik sürecini canlı tutması, AB üyelik süreci ile Kıbrıs sorunu arasındaki bağlantıyı göz önünde bulunduran bir çözüm arayışına yönelmesi hemen hemen imkánsız gözükmektedir. İçimize kapanarak yarattığımız travmalarla yuvarlanıp gitmemiz tehlikesi ciddidir.

Bugünkü kilitlenmeyi aşmamızda sivil toplum kuruluşlarının çok yerinde sağduyu ve itidal çağrıları ile Cumhurbaşkanı’nın gerilimi yatıştırıcı yaklaşımları ne derecede etkili olabilir? Sivil toplum kuruluşları "herkes bir adım geri atsın" diyorlar. Fakat siyasi partilerin hiçbirinde böyle bir eğilim görünmüyor.

CHP kıyasıya muhalefetine devam ediyor, siyasi amaçlarını Anayasa Mahkemesi’ne başvururuyla elde etmek tutkusundan vazgeçmiyor. Son olarak AB politikamız açısından çok önemli olan Vakıflar Kanunu’nun iptali için de Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Türban ile ilgili Anayasa değişikliğinin mimarlarından olan MHP ise şimdi krizden yararlanmak peşinde.

Kaldı ki, siyasi partilerin tutumunda nispi bir yumuşama olsa bile ok yaydan çıkmış bulunuyor. Çözümün anahtarı artık Anayasa Mahkemesi’nin elinde. Mahkemenin Anayasa değişikliklerinin iptali ve kapatma davaları konusundaki kararları krizin derinleşmesinde veya aşılmasında başlıca unsuru teşkil edecek.

* * *

Bu bağlamda 22 Mart tarihi yazımdan bir alıntı yapmak istiyorum: "Anayasa Mahkemesi’nin iki dava konusunda da nasıl hareket edeceği tabii bu aşamada öngörülemez. Her iki konuda da siyaset ile hukuk arasında çok hassas bir etkileşim mevcut. Belki de bir kere daha hukukun zorlanarak türban konusundaki Anayasa değişikliğinin iptali, buna karşılık kapatma davasının reddedilmesi bir çıkar yol olabilir."

Anlaşılan benzer formüller üzerinde şimdi duranlar var. Anayasa Mahkemesi’nin bu yönde kararlar alması kuşkusuz tartışılacaktır. Türbanla ilgili davada iptal kararı alınması Anayasa ile pek bağdaşmaz, fakat siyasi bakımdan bir çıkış yolu oluşturur.

İptal davasının reddi ise hukuk açısından sorun yaratamaz. AKP, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını bloke etmek için yeni Anayasa değişikliklerinin peşine düşerse ve referanduma başvurursa buhranın daha da derinleşeceği unutulmamalıdır.

Sağduyu, itidal ve pragmatizm galebe çalarsa Türkiye’nin gerçek ve çağdaş bir demokrasi olmasını sağlayacak yeni bir Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası üzerinde vakit geçirmeden çalışmaya başlanmalıdır.

Bugünkü Anayasa’nın kıskaçlarından kurtulamazsak buhrandan buhrana sürükleniriz.
Yazarın Tüm Yazıları