İSRAİL, güvenliği konusunda her zaman en büyük riskleri göze alan, savunmasına daima öncelik veren, en ufak bir tehdit algılamasında ölçüsüz kuvvet kullanmaktan çekinmeyen bir ülkedir.
1967 savaşının 40. yıldönümünde İsrail’in o tarihte önleyici bir savaşa hangi koşullar altında karar verdiği ve bunun sonuçları hakkında çeşitli irdelemeler yapıldı. Bunlarda belirtildiği gibi, 1967 Haziran’ında İsrail’in karşılaştığı durum kuşkusuz çok endişe vericiydi. Mısır askeri hazırlıklarını artırırken bir yandan da Başkan Nasır’ın talebi üzerine BM kuvvetleri Sina Yarımadası’nı terk etmiş, Tiran boğazı İsrail gemilerine kapatılmıştı.
İsrail hükümeti buna rağmen hemen saldırıya geçmek taraftarı değildi. ABD hükümetinin diplomatik inisiyatiflerine bel bağlamak eğilimindeydi. Buna karşılık ordunun yüksek kademeleri derhal harekete geçmekte ısrarlıydılar ve hükümet üzerinde büyük tazyik icra ediyorlardı.
* * *
Sonunda onların görüşleri galebe çaldı ve İsrail kuvvetleri çok kısa bir zamanda Mısır, Ürdün ve Suriye ordularını yenerek Sina Yarımadası’nı, Gazze’yi, Batı Yakası’nı ve Golan Tepeleri’ni işgal ettiler.
Peki bu parlak zafer İsrail’in güvenliğini perçinledi mi? Hayır. Arap ülkeleri 1973’te yine yenildiler, fakat daha sonra işgal altındaki topraklar İsrail için devamlı bir tehdit oluşturdu. Barış çabalarının bir türlü sonuç vermemesi nedeniyle Filistinliler gittikçe radikalleştiler ve şiddete başvurdular.
2000 yılında başlayan ikinci İntifada İsrailli sivilleri hedef aldı. Geçen yaz Lübnan’da giriştiği operasyonda İsrail ordusu amacına ulaşamadı, Hizbullah’ı tasfiye edemedi. Üstelik şimdiki aşamada, ABD’nin Irak’a müdahalesinin sonuçları, özellikle İran’ın kuvvetlenmesi ve nükleer silahlara sahip olma gayreti İsrail için her zamankinden daha büyük bir tehdit oluşturuyor.
* * *
İsrail örneği çok düşündürücüdür. Güvenlik kavramının yalnızca askeri güce dayandırılmasının ne kadar hatalı olabileceğini kanıtlamaktadır. Unutmamak gerekir ki, bir ülkenin askeri gücü, siyasi istikrarı ve yaklaşımları, ekonomisi ve diplomasisi güvenliğin sağlanmasında birbirini tamamlayan ve sürekli etkileşim içinde olan unsurlardır.
Ekonomisinin gücü ötesinde silahlanan bir ülke sonunda ekonomisine ve dolayısı ile güvenliğine zarar verir. Bugünkü küreselleşme koşulları altında askeri bir çatışmanın ekonomik dengeler üzerindeki etkisinin iyi hesaplanmaması aynı sonuca götürür.
Dış politikası gerçekçi ve akılcı olmayan bir ülke hem gereksiz yere yüksek askeri masraflara katlanmak mecburiyetinde kalır, hem de güvenliğini devamlı risk altında bırakır. Devletlerin yanlış politikalar yüzünden nasıl çöktüğünü gösteren örnekler tarihte az değildir.
* * *
Osmanlı tarihini hatırlayalım. İmparatorluğun parçalanması güvenliği oluşturan unsurlar arasındaki etkileşimin bilincine varılamamasından kaynaklanmıştır.
1914’te İmparatorluk daha önceki harpler yüzünden fakirleşmiş durumdaydı. Ordusu yıpranmıştı. Bir dünya savaşına katılacak takati yoktu. Tarafsızlık imparatorluğu kurtarabilecek veya hiç değilse harp sonunda zararlarını asgari düzeyde tutabilecek tek politika
idi. Olabileceği kadar hatalı bir karar ülkeyi bugün hálá yansımalarından kendimizi kurtaramadığımız korkunç felaketlere sürükledi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye yine askeri ve ekonomik bakımdan zayıf ve kırılgandı. Fakat parlak bir diplomasi ile savaştan yara almadan çıkabildi.
Bugün gerek köktendinciliğe dayanan global terör, gerek bölücü terör güvenlik denklemini daha da karmaşık hale getirmiştir. Terörle mücadeleyi tek bir eksene dayandırmakla sonuç alınamıyor.