Geçmişi unutmak o kadar kolay mı?

KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Dentaş’ın, hangi gazetede yayımlandığı belirtilmeyen 13 Aralık tarihli bir makalesi bana e-posta ile ulaştırıldı. Bu yazıda ifade edilen görüşleri biraz yorumlamak istiyorum.

Denktaş, yazısına şöyle başlamış: "AB tarafsız olamaz. AB’nin Türkiye karşısında ve özellikle Kıbrıs meselesinde tarafsız olmasını beklemek hakkımız yoktur. Yunanistan (...) AB’yi kendinden yana taraf yapmak için elinden geleni yapmıştır. Şantaj politikası ile ’Kıbrıs’ dedikleri eli kanlı terörist bir idareyi (...) en sonunda üye yapmıştır. Şimdi ’Kıbrıs’ ve Yunanistan (...) Türkiye’den alacaklarını söke söke alabilmek için oyun oynamakta, AB’yi de bu maksat için alabildiğince kullanmaktadırlar."

* * *

Çok doğru olan bu teşhise katılmamak mümkün değil. Ancak bu duruma nasıl geldiğimizi hatırlamakta yarar olduğunu düşünmekten de kendimi alamıyorum. Hafızamızı tazeleyelim: 1999 Helsinki AB zirvesi sonuç bildirisi, net bir şekilde, çözüm olmasa bile Güney Kıbrıs’ın AB’ye üye olmasına kapıyı açmıştı. Kıbrıs meselesini iki bölgeli ve federal bir zeminde, Annan Planı çerçevesinde, Güney Kıbrıs’ın AB ile Katılım Antlaşması’nı imzalamasından önce çözmek hayati önem taşıyordu.

O tarihlerde plan kabul edilseydi Güney Kıbrıs’ın bunu reddetmesi mümkün değildi; çünkü plan referanduma sunulurken sorulacak soru, çözüm ile Kıbrıs’ın AB üyeliğini birbirine bağlamaktaydı. İlk önce Klerides’in, onu takiben Papadopulos’un ve Yunan hükümetinin bütün ümidi, planın Türkiye ve KKTC tarafından reddedilmesiydi.

İlk önce Kopenhag’da, arkasından da Lahey’de beklentileri gerçekleşti. Eski Yunanistan Başbakanı Simitis, anılarında, o anda duyduğu coşkuyu ve sevinci gizlemiyor: "Ankara’nın zaaf göstererek tutumunda değişikliğe gitmemesi, Denktaş’ın uzlaşmazlığını destekledi. Bütün gece süren müzakerelerin sonuç vermemesinden BM’nin Denktaş’ı sorumlu tuttuğu haberini büyük bir iç ferahlığı ile aldım. 16 Nisan 2003’te Atina’da Katılım Anlaşması’nın imzalanması milli stratejimizin en zirvesindeki andı."

Türkiye’nin ve KKTC’nin stratejisi ise yine o anda iflas ediyordu. 24 Nisan 2004’teki referandumda hayır demekle Rumların kaybedecekleri artık bir şey kalmamıştı. Katılım Anlaşması, bütün üyelerin parlamentolarınca onaylanmıştı. İşin ilginç tarafı Sayın Denktaş’ın referandumda hálá hayır diyenlerin cephesinde olmasıydı. O kadar ki Rumlar, Annan Planı’nı reddedince kendisi gibi plana aynı duygusallıkla karşı gelen Papadopulos için, "Allah ondan razı olsun" diyecekti. Bugünkü duruma o zaman niye tepki gösteriyor?

* * *

Bir noktayı daha hatırlamakta yarar var. Denktaş’ın o kadar eleştirdiği Annan Planı, bizzat kendisinin Makarios ile 12 Şubat 1977’de imzaladıkları belgedeki modele dayanıyordu: İki bölgeli, iki toplumlu federal bir cumhuriyet. Hatta bu modelde Annan Planı’nda olmayan "bağlantısızlık" kavramına yer verilmişti. Bu kavramın "Garanti" ve "İttifak" anlaşmalarını iptal edeceğinin herhalde o zaman pek farkına varılamamıştı.

Fakat Denktaş’ın 19 Mayıs 1979’da Kipriyanu ile imzaladığı bir başka belge var. Bunda üstelik, "Maraş’ın BM gözetimi altında iskána açılmasına öncelik verileceği" belirtiliyor. Bugün Kıbrıslı Rumların Magosa üzerinden direkt ticarete razı olmak için istedikleri ödün de aynı değil mi? Şimdi Maraş’taki bütün taşınmazların vakıf malı olduğunu ileri sürüyoruz. 1979’da bunu bilmiyor muyduk?

Üzgünüm, fakat tarihi gerçekler acımasız olabiliyor. Ülkelerine çok büyük hizmet yapmış ve milli kahraman olarak algılanan liderlerin, en kritik devirde muhakeme hatası yapabileceklerinin örnekleri az değildir.
Yazarın Tüm Yazıları