FRANSA’daki referandumdan sonra Türkiye’nin üyelik perspektifinin zayıfladığı algılamasıyla borsanın düşmesi ve doların yükselmesi beklenirdi.
Tam tersi oldu. Borsa yükseldi ve hem dolar hem de Euro düştü. Demek oluyor ki Türk ekonomisi politik olumsuzluklara karşı eskisi kadar kırılgan değil.
Yabancı sermaye yalnızca AB nedeniyle değil; fakat Türk ekonomisinin istikrar içinde büyüme kapasitesine güvendiği için Türkiye’yle ilgileniyor. AB projesi kuşkusuz istikbal açısından yaşamsal önemde; fakat bu amaca varmanın başlıca koşulu kendimize güvenmektir. Ekonomik alanda bunu başarmış olmamız sevindiricidir.
***
Siyasi açıdan yine iyimserlik ifade eden söylemler varsa da bunlar aynı derecede inandırıcı değil. Evet, Fransa ve Hollanda’daki referandumlarda AB Anayasası’nın reddedilmesi Türkiye ile 3 Ekim’de müzakerelerin başlamasını hukuken etkilemeyecek. Ne var ki anayasanın reddinin bir nedeni de AB’nin çok fazla genişlemiş olmasına karşı duyulan tepkidir.
Kültürel önyargılar bir tarafa, Türkiye gibi nüfusu AB’ye son katılan on ülkenin nüfusuna eşit bir ülkenin üyeliği, bugünkü ortamda her zamankinden daha fazla tartışılacaktır. Bu tartışmaların müzakere süreceğini etkilememesi düşünülemez. Fransa’da Dominique de Villepin’in başbakanlığını iyi karşıladık; ama Cumhurbaşkanı Chirac ’düşmanım dışarıda olacağına içerde olsun’inancıyla Türkiye’nin üyeliğine muhalif Nicolas Sarkozy’yi hükümetin ikinci adamı yaptı.
Almanya’da Angela Merkel’in daha erken yapılacak seçimlerde iktidara geleceği kesin. Diğer taraftan, unutmamak gerekir ki, anayasanın reddi 2000 tarihli Nice Antlaşması’na dönüş demek. Oysa Nice Antlaşması’nın kurumsal boyutları Romanya ve Bulgaristan dışında başka ülkelerin AB’ye katılmasına elverişli değil. Genişleme devam edecekse yeni düzenlemeler gerekecek.
Şu anda bütün dikkatimizin 3 Ekim’e odaklanması kuşkusuz isabetlidir. Bir yol kazası olmazsa o tarihte müzakereler başlayacak. Yol kazası tehlikesi hiç yok mu? Büyük olasılıkla hayır. Başlıca iki koşul yerine gelmek üzere. Ceza Kanunu TBMM tarafından kabul edildi. Türkiye’de ifade özgürlüğünü kısıtladığından ötürü şiddetle eleştirilen bu kanun hakkında AB çevreleri uygulamayı görmeden tepki göstermeyecekler.
İkinci şart olan Gümrük Birliği’nin yeni üyelere teşmilini öngören protokolün imzalanmasında ve onaylamasında bir sorun gözükmüyorsa da protokolün Güney Kıbrıs’a uygulanmasında 3 Ekim’den sonra güçlükler çıkacağı anlaşılıyor. Halen bir yandan çözüm sürecini yeniden başlatmak, diğer yandan Ada’nın iki kesimi arasında ilişkileri normalleştirmek yönünde ne sonuç vereceği belli olmayan birtakım inisiyatifler mevcut.
Papadopulos’un maksimalist yaklaşımı yüzünden çözüm istikametinde kısa sürede bir ilerleme kaydedilmesi olası değil. Türk Dışişleri bu gerçekten hareketle Kıbrıs’ta her iki tarafa da uygulanan kısıtlamaların aynı anda kaldırılması çağrısında bulundu. Önerilen önlemler arasında hava ve deniz limanlarına uygulanmakta olan kısıtlamaların kaldırılması ve Kuzey Kıbrıs’ın özel bir düzenlemeyle AB Gümrük Birliği’ne dahil edilmesi de var.
***
Dışişleri haklı olarak bugünkü koşullarda ancak Ada’da bir normalleşmeyle çözüme elverişli bir ortam yaratılacağına inanıyor. Başka çaresi de gözükmüyor. Yine de talep ettiğimiz önlemler ile protokolün imzalanması ve onaylanması arasında direkt bir bağ kurduğumuz izlenimini 3 Ekim’den önce vermemeliyiz.
AB süreci Fransa ve Hollanda referandumlarından sonra bir hayli daha da zor olacak. 3 Ekim öncesi ve sonrası için tutarlı bir yol haritasına sahip olmalı, zamanlamaya dikkat etmeli ve diplomasinin yönetiminde, uygulanmasında ve üslubunda hata yapmamalıyız.