FRANSA’da, beklendiği gibi Nicolas Sarkozy cumhurbaşkanlığına seçildi.
Yeni cumhurbaşkanı, seçim kampanyası sırasında Türkiye’nin AB üyeliğine şiddetli muhalefeti hakkında en ufak bir tereddüde yer bırakmamıştı.
Onun nazarında Türkiye, Avrupa coğrafyasına dahil değildir ve Türkiye’nin katılması, siyasi Avrupa projesinin sonu olur. İyi de, Sarkozy’nin tutumu yüzünden müzakere sürecinden herhalde vazgeçecek değiliz. Onun da bu süreci tek başına durdurabilmesi kolay olmayacaktır.
Bu nedenle Sarkozy yönetimine karşı bir süre Amerikalıların "benign neglect" dedikleri ve Türkçeye "iyi niyetli ihmal" şeklinde çevrilebilecek bir politika gütmekte zannedersem yarar var. Ne derhal çatışmacı bir davranış içine girilmeli, ne de hemen ikna etmeye çaba harcanmalıdır.
* * *
Politikacıların iktidara geldikten sonra fikir değiştirdikleri az görülmemiştir. François Mitterrand yönetimi de 1980’lerin başında olabileceği kadar Türkiye aleyhtarı bir tutum benimsemişti. Daha sonra Mitterrand, rahmetli Turgut Özal ile çok iyi bir diyalog içine girdi.
Sarkozy’nin Atlantikçi ve ABD’ye yakın olduğu, Fransız iş çevrelerinden destek gördüğü unutulmamalıdır. Onu dolaylı yollardan etkilemeye çalışmalıyız.
Şu sırada, Türkiye’deki seçim ortamında karşılaştığımız inanılmaz politik ve hukuki karmaşa, tutarlı bir politika gütmek imkánını zaten vermemektedir. Gümrük Birliği Protokolü yüzünden kısmen askıya alınmış olan AB sürecinin Türkiye’deki siyasi gelişmelerden de kaçınılmaz olarak olumsuz etkilendiği görülüyor.
Yine de AKP Hükümeti, AB ile biriken sorunların çözümünün ertelenmiş olmasına rağmen, 2007-2013 döneminde AB’ye uyum doğrultusunda bir yol haritası hazırladı. Program, esasında, Türkiye’de vatandaşların günlük hayatını doğrudan etkileyen alanlarda yapılacak düzenlemeleri öngörüyor.
Tüketici hakları, taşımacılık, sağlık hizmetleri, çevre, sendikal haklar, yargılama sisteminin basitleştirilmesi gibi birçok alanı kapsamına alıyor. Pragmatik ve akılcı bir yaklaşım. AB üyesi olsak da, olmasak da Türkiye’nin öncelikleri bu yoldan gerçekleştirilebilir.
* * *
AB üyelik sürecinin bugüne kadar birçok başka kazanım getirdiği de göz ardı edilemez. Birbirini izleyen demokratik reform paketleri, temel vatandaşlık hak ve özgürlüklerinin, siyasi hakların ve hukuk devletinin güçlenmesi yolunda ilerlemelere imkán verdi.
Ülke çapında son gösterilerin de doğruladığı gibi, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan sivil toplum çok daha kuvvet kazandı ve pro-aktif oldu. Üyelik perspektifi, Türkiye’ye rekor oranda yabancı sermaye girmesine, makro ekonomik dengelerin istikrarına, piyasaların aşırı kırılganlıktan kurtulmasına katkıda bulundu.
Buna karşılık, AB ve genellikle Batı aleyhtarlığı üreten bağnaz ve dogmatik yaklaşımların, kalıp fikirlerin, yabancılara, azınlıklara ve diğer dinlerden olanlara karşı tahriklerin sebep olduğu tahribat büyüktür.
* * *
Genel seçimler ve cumhurbaşkanı seçimi, siyasi istikrarı bozmadan sonuçlanabilirse, yeni hükümetin AB konusunda kapsamlı bir değerlendirme yapmaya öncelik vermesi çok isabetli olur.
Bundan sonra artık bir adım ileri, bir adım geri siyasetini devam ettiremeyiz. Her şeyden önce yaygın dezenformasyon kampanyaları ve komplo teorilerinin etkisi altında gerçekleri görmekte ve rasyonel tercihlere yönelmekte sıkıntı çeken kamuoyunu aydınlatmak gerekecektir.
Türkiye’nin birleştirici bir vizyona mutlak ihtiyacı var