GEÇEN salı akşamı NTV’de Can Dündar’ın programında bir araya gelen beş eski dışişleri bakanının, gerekirse AB müzakere sürecinin bir süre askıya alınmasını Türkiye’nin talep etmesi fikrine destek vermeleri bir hayli tartışma yarattı. Oysa hiç değilse benim açımdan fikir yeni değil.
4 Temmuz’da "Dış Politikada Denge" başlıklı makalemde bakın ne yazmıştım. "AB’ye gelince, sürekli bir kriz ortamı ve gittikçe sertleşen söylemlerle sonuç almak mümkün değildir. AB politikamızı, onu etkileyen tutumları çok kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız. Belki bu değerlendirme sonunda, bugünkü kilitlenmeyi aşmak için, müzakere sürecinin bir-bir buçuk yıl askıya alınmasını veya yavaşlatılmasını biz talep etmeyi ehveni şer görürüz.
Cumhurbaşkanı seçiminden ve genel seçimlerden sonra sorunların daha rahat ele alınması mümkün olabilir. AB de bu arada Türkiye’ye karşı siyasetini yeniden değerlendirebilir. Onun da ikircikli politikasına son vermesi zamanı gelmiştir."
***
Bugün çok ciddi bir açmazla karşı karşıya olduğumuzu görmezlikten gelmenin imkánı var mı? İlerleme Raporu’nu ve Stratejik Belge’yi açıklayan AB Komisyonu, Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması yönünde herhangi somut bir öneri sunmadı. Ancak Gümrük Birliği Protokolü kapsamında Türk limanlarının Güney Kıbrıs gemi ve uçaklarına açılması sorunu aralık ortasına kadar çözümlenmediği takdirde bu yola başvuracağını bildirdi.
Oli Rehn, bilinen niteliğiyle bu aşamada Türkiye tarafından kabulü imkánsız Finlandiya planının son şans olduğu kanaatinde. Finlandiya önerisinin parametreleri değişmezse ve Türkiye bunları reddederse müzakere sürecinin bundan çok olumsuz şekilde etkileneceği muhakkak.
Müzakerelerin tamamının askıya alınması büyük olasılıkla söz konusu değilse de Gümrük Birliği’ne ilişkin başlıkların askıya alınması kaçınılmazdır. Bloke edilen başlıkların sayısı ayrıca pazarlık konusu olacak. İş bununla da kalmaz. Türkiye’nin üyeliğine karşı olanlar teker teker diğer başlıkları bile askıya aldırabilirler.
Türkiye’nin, bu koşulların oluşacağı iyice belirgin hale geldiği takdirde, AB dönem başkanlığı ile danışarak "time out" talep etmesi fikri bu çerçevede değerlendirilmelidir. Yaptırım diye algılanacak önlemlere maruz kalmaktansa kendiliğimizden "karşılıklı bir düşünme mühleti" istememiz yaklaşımı bilmem çok yadırganabilir mi?
Ne var ki, NTV programında vurguladığım gibi, bu yaklaşımın riskleri elbette mevcut ve bunlar çok iyi hesaplanmalıdır. Geçici olan sürekli hale gelebilir ve böyle bir sonucun siyasi sorumluluğunu yüklenmek kolay değildir.
***
NTV programında Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümü üzerinde de duruldu. Türkiye’nin AB üyeliği gerçekleşmeden nihai bir çözüme varılamayacağı, AB üyeliğinin bir uzlaşıyı daha kolay hale getireceği konusunda bir görüş beraberliği ortaya çıktı.
Bu noktadan hareketle, referandum ve parlamento oylamaları sonucunda Türkiye’nin üyeliği kesinleşince yürürlüğe girmek üzere bir çözümün geliştirilmesi görüşü destek buldu. Annan Planı’nın bazı hükümlerinin Türkiye, AB üyesi olduktan sonra yürürlüğe girmesi zaten öngörülmüştü. Bunu şimdi bütün çözüme teşmil etmek kuşkusuz akılcı bir yaklaşım olur.
AB ve Kıbrıs konusunda kalıp tutumlarla bir yere varmak imkánsızdır. İlk başta çok ters gelen bazı fikirler tartışıldıkça makul tercihler gündeme gelebilir. NTV programı, gerçekte görüşleri hiç uyuşmayanların pekálá sakin bir üslupla yapıcı bir görüş alışverişi yapabileceklerini göstermesi bakımından önemliydi. Keşke bütün tartışmalar bu tarzda olabilse!