Paylaş
BEN söylemiştim demek tevazuya pek sığmaz. Yine de bazen insan doğruyu öngördüğünü anımsatmanın cazibesine ister istemez kapılır. Ben de bu sefer daha 11 Ocak'ta bu sütunda istikrar programının başarı şansı hakkında yazdığımı hatırlatmaktan kendimi alamıyorum. ‘‘Güven ortamı yaratmak için yapılacak tabii çok şey var. Fakat galiba ilk aşamada hükümette sınırlı olsa da bir revizyona gidilmeli ve ekonomik politikanın sorumluluğu tek elde toplanmalıdır. Ekonomik politikadan sorumlu başbakan yardımcılığına özel sektörden kendisini ispatlamış bir kimse getirilirse ne iyi olur... Politik vurdumduymazlıktan uzak bir zihniyet ve dinamizme, çağdaş bir yönetim anlayışına o kadar çok ihtiyaç duyuluyor ki.’’
* * *
Ekonomik politikanın kabinedeki ekiple yürütülemeyeceğini Başbakan Ecevit 19 Şubat siyasal ve ekonomik buhranından sonra nihayet idrak ederek Dünya Bankası'ndan son derece yetenekli bir yöneticiyi Devlet Bakanı olarak atadı. Kemal Derviş bu uluslararası kuruluşta süratle yükselmiş ve söylemi özlediğimiz bir ciddiyet, deneyim ve görev anlayışını yansıtıyor. Kamuoyu uzun umutsuzluk yıllarından sonra onu bir kurtarıcı olarak görmeye başladı. Ne yazık ki kendisine verilen yetkiler oldukça sınırlı. Hazineden ve kamu bankalarından sorumlu olacak. Ekonomik politikanın temel unsurları olan bütçe, kamu gelirleri ve giderleri, dış ticaret, planlama ve özelleştirme sorumlulukları eskisi gibi ayrı bakanlarda kalmaya devam ediyor. Kemal Derviş'e bir koordinatör rolü dahi verilmişe benzemiyor. Başbakan'ı ve Başbakan adına fiilen işleri yürüten kim ise onu etkileyebildiği ölçüde sözünü dinletebilecek.
* * *
Derviş'in bankalar sisteminin düzeltilmesine öncelik verileceğini vurgulaması çok yerindedir. Fona devredilmiş bankaların statüsü açıklığa kavuşturulmadıkça ve başka bankalar da batma tehlikesine maruz kaldıkça ekonomik istikrar ve canlanma sağlanamaz. Her nedense şimdiye kadar Fon bünyesine alınan bankalar TL. ve döviz mevduatlarına diğer bankalardan çok daha yüksek faizler ödeyerek kamunun yükümlülüklerini daha da artırdılar. Özelleştirme derken, mali sektörde kamulaştırma ön plana geçti. BDDK Başkanı'nın prestij kaygısı ile istifa etmesi belirsizliği derinleştirdi.
* * *
Zekeriya Temizel'in kişiliği ve performansı hakkında çok şey söylendi ve yazıldı. İleride siyasi bir rol üstlenebileceğini tahmin edenler de var. Ben kendisi hakkında bir değerlendirme yapmakta zorlanıyorum. Bir Fransız deyimi aklıma geliyor: ‘‘İyilik yaptığı için aleyhinde konuşamıyorum, kötülük yaptığı için lehinde konuşamıyorum.’’ Gerçekten Temizel'in kariyerinde sadece başarılar yok. 1994'te Maliye Bakanlığı'nda kilit bir görevde iken o yıl patlak veren buhranda küçümsenemeyecek bir payı olduğu söylenir. 1998 yılında ‘‘Mali Milat’’ ve onunla bağlantılı politikalar yine bir sermaye kaçışına ve ekonomide paniğe neden olmuştu. Katı, müdahaleci ve mutlak vergici devletçilikten kurtulamadığı veya hiç değilse bu intibaı verdiği için piyasaları sürekli ürkütmekteydi. Politikaya yeniden atılır ve sorumluluk mevkiine avdet ederse, ekonomi yine bocalamaya başlar.
* * *
Şu anda bütün dikkatler ekonomik istikrar önlemleri üzerinde yoğunlaşmış bulunuyor. Uzun sürede ise ekonominin sağlığı siyasi reformlara sıkı sıkıya bağlı. AB'ye üyelik süreci çerçevesinde geliştirilen Ulusal Program bu bağlamda katiyen arka plana itilmemelidir. Her ne kadar program taslağı AB'nin sunduğu Katılım Ortaklığı Belgesi'nin bazı noktalarda gerisinde kalıyorsa da Türkiye'nin çoktan beri yapması gereken bir yenileme hamlesinin parametrelerini çizdiği kuşkusuzdur. Siyasal, yönetimsel, ekonomik ve toplumsal reformlar gerçekleştirilmeden kurtuluş olmayacağını ve yerimizde saymaya ve hatta gerilemeye devam edeceğimizi artık anladıksa, AB konusunda kısır polemikleri bir tarafa bırakarak, bu programa dört elle sarılmalıyız. Sonunda AB'ye girmesek bile devleti ve toplumu çağdaşlaştırmış, ülkenin küreselleşmeye uyumunu sağlamış ve vatandaşların meşru haklarını yüceltmiş oluruz.
Paylaş