BİREYLER arasında olduğu gibi ülkeler, toplumlar, kurumlar, siyasi ve sosyal gruplar arasında anlaşmazlıkları çözmenin, gerginliği azaltmanın, şiddeti önlemenin yolu diyalogdan geçer.
Diyalog, mutlaka kesin bir çözüme götürmez; fakat sorunların daha iyi anlaşılmasına ve karşılıklı hoşgörüye, kutuplaşma ve cepheleşmeyi bir oranda azaltmaya katkıda bulunur.
Bugün Türkiye, hoşumuza gitsin veya gitmesin, oldukça ciddi bir siyasi ve toplumsal bunalım içinde bir ülke olarak algılanmaktadır. Neredeyse global boyutta medeniyetler çatışması teorisi tek bir ülke sınırları içinde gerçekleşiyor izlenimi var. Bu algılamada kuşkusuz medyanın da rolü bulunuyor. Fakat çatışmanın baş aktörlerinin diyaloğu değil, medya yoluyla monoloğu tercih ettiklerini unutmamak gerekir.
Kurumlar, hükümet ve muhalefet bir araya gelip görüşmüyorlar. Durmadan birbirlerini itham ediyorlar, sık sık yangına körükle gidiyorlar. Erken seçim, hükümete göre gündemde olmasa bile daha şimdiden ağır ve yıpratıcı bir seçim atmosferi içine girdik. Cumhurbaşkanı seçiminin kutuplaşmayı daha da derinleştirmesi tehlikesi göz ardı edilebilir mi?
***
Anayasamız, Cumhurbaşkanlığı’na bir siyasi parti başkanının veya üyelerinin seçilmesine imkán tanıyorsa da bu makama getirilen kişinin tarafsız ve birleştirici bir rol oynamasına vurgu yapmaktan geri kalmamaktadır. 164’üncü maddeye göre Cumhurbaşkanı, "Türk milletinin birliğini temsil eder. Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir".
Anayasa bu amaçla Cumhurbaşkanı’na bazı yetkiler de tanımıştır. Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu’na gerekirse başkanlık edebileceği gibi Milli Güvenlik Kurulu’nun da başkanıdır. Bugünkü Cumhurbaşkanımızın herhangi bir partiye mensup olmaması, aslında büyük bir avantajdır. Laiklik konusundaki hassasiyeti de kuşkusuz ancak takdir edilebilir.
Ne var ki laiklik kavramı üzerindeki tartışma tırmanmaya devam ederse, çeşitli çevrelerin kamuoyunu kendi görüşlerine çekmek için yaptıkları çağrılar karşılıklı inatlaşmayı ve şiddet eğilimini daha da artırır. Danıştay’a karşı girişilen saldırı hakkında daha yargı kararını vermeden işi olabildiğince siyasallaştırmak temayülünün ne kadar kuvvetli olduğunu gördük.
Toplumu bölücü kronik bir laiklik tartışması, ülkenin istikrarını temelinden sarsabilir. Son yıllarda ekonomik alanda, dış politika alanında ve AB sürecinde özlü kazanımlar elde etmiş olan Türkiye’nin türban meselesi üzerinde odaklanarak bütün bu kazanımlarını kaybetmesine izin verilemez.
***
Bugün Türkiye’yi içine düştüğü kısırdöngünden kurtarmak için Cumhurbaşkanı’nın Anayasal yetkilerini ve halk nezdinde kazandığı moral otoriteyi kullanması zamanı gelmiştir. Cumhurbaşkanı kamuoyuna medya yoluyla veya daha iyisi ülkenin çeşitli bölgelerini ziyaret ederek sakinleştirici ve birleştirici mesajlar verebilir.
Bakanlar Kurulu’nu özel bir toplantıya çağırarak kaygılarını dile getirebilir ve telkinlerde bulunabilir. Kurumların başındakileri ve hükümeti Çankaya’da özel sohbetlere davet ederek havayı yumuşatabilir. Cumhurbaşkanı, kendisiyle aynı fikirde olsun veya olmasın, herkesin Cumhurbaşkanı’dır.
Bu imajı kuvvetlendirerek kritik anlarda ülkedeki politik ve toplumsal gerginliklere son vermeye çalışmalıdır.