HALEN, yakın tarihte benzeri az görülmüş global bir finansal ve ekonomik buhrandan geçiyoruz.
Şimdiye kadar bundan bizde özellikle borsa etkilendi. Fakat buhranın devam etmesi ve kırılganlıkları az olmayan ekonomimizin daha fazla baskı altında kalması ihtimali yoktur diyemeyiz.
Mevcut koşullar altında Türkiye’nin münhasıran ekonomik politikasında değil, fakat genel politikasında da gerçekçi tercihler yapması, siyasi ve sosyal faktörler ile ekonomik faktörler arasındaki etkileşimi iyi değerlendirmesi, önceliklerini isabetle saptaması gerekir.
* * *
Bu açıdan bakılınca, milli politikamızın önceliği bir an önce Avrupa Birliği üyeliğinden başka bir şey olamaz. AB’nin ekonomik boyutu kadar siyasi ve güvenlik boyutunun da Türkiye’nin geleceği için hayati önemde olduğunu son Gürcistan krizi bir kere daha kanıtlamıştır.
Türkiye’nin jeopolitiği ışığında NATO ve AB’nin alternatifi tehlikeli, istikrarsız ve Rusya’nın hortlayan yayılmacı güdülerine ve ekonomik tazyikine maruz bir bölgede stratejik yalnızlıktır. Rusya ile dengeli ilişkilerinin devamı da her zamandan fazla AB ile entegre olmak yolunda ilerlememize bağlıdır.
NATO yetmez mi sorusu kuşkusuz akla gelebilir. Yetmez, çünkü önümüzdeki yıllarda transatlantik ilişkiler gittikçe ABD ve AB ekseninde şekillenecektir. AB dışında kalan ülkelerin NATO içindeki ağırlığı azalacaktır.
AB üyesi olmamanın NATO içindeki olumuz yansımalarını şimdiden zaten hissediyoruz. Kriz yönetimi alanında iki teşkilat arasındaki "Berlin artı" denilen anlaşma, AB’nin kendi başına yürüteceği askeri operasyonlarda NATO’nun imkánlarından yararlanmasını öngörüyordu. Fakat bu anlaşmanın ötesinde, iki teşkilat, savunma kapasiteleri, terörizm ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi gibi alanlarda da işbirliği arayışında.
Güney Kıbrıs, AB’nin bu konular üzerinde yaptığı görüşmelere Türkiye’nin katılmasını bloke ediyor. Türkiye de NATO bilgilerinin AB ile paylaşılmasını engelliyor. NATO ile AB arasındaki ortak komite çalışamıyor.
AB üyelik sürecinin 2004 yılının sonundan beri ivmesini kaybetmesinin çeşitli nedenleri var. Türkiye’de reform hareketinin ivmesini kaybetmesi, AB’nin neredeyse hükümetin gündeminden düşmesi, geçirdiğimiz iç bunalımlar, Türkiye’ye tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklık verilmesi fikrinin ortaya çıkması, Güney Kıbrıs’ın AB üyeliğinin yarattığı blokajlar ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin açıkça Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkması gibi...
Hükümet nihayet önümüzdeki dört yılda yapılacak siyasi reformları ve AB’ye uyum düzenlemelerini kapsayan bir ulusal program (UP) taslağı hazırladı. Daha önceki UP’ler ancak kısmen uygulamaya geçirilebilmişti. Bu sonuncu programın akıbetinin daha iyi olacağını söylemek o kadar kolay değil.
Özellikle siyasi nitelikte reformlara karşı mukavemet kuvvetli. TBMM’ce kabul edilen yasalar, muhalefet tarafından iptal edilmek üzere hemen Anayasa Mahkemesi’ne götürülüyor.
* * *
Kıbrıs meselesi hem kısa ve orta vadede, hem de uzun vadede üyelik yolu üzerinde aşılması gereken bir engel. Uzun vadede mesele çözümlenmezse AB üyeliği gerçekleşemez. Orta vadede ise, Gümrük Birliği Protokolü’nün Güney Kıbrıs’a gemilerinin ve uçaklarının Türk limanlarına gelmesine imkán verecek şekilde uygulanmaması yüzünden sekiz müzakere başlığı askıya alınmış durumda.
Protokolün uygulanması için 24 Ocak 2006’da açıklanan eylem planında ileri sürdüğümüz şartların yerine gelmesi ise tamamen olanaksız. Oysa bu güçlüğü aşabilirsek Kıbrıs meselesinin çözümü uzun sürse bile üyelik müzakerelerinde büyük bir ilerleme kaydedebiliriz.
Dış politikadaki tıkanıklıklarımız AB’den ibaret değil. Ne yazık ki liste uzun. Fakat hepsini bu makalede ele almak imkánı yok.