DEMOKRASİLERDE çareler tükenmez, sözünü sürekli duymamıza rağmen, bunların tükendiğine az şahit olmadık. Ve ne zaman çaresiz kaldıysak, ağır bir bedel ödedik.
Yakın tarihimizi ele alırsak, Türkiye’nin 1983’ten beri inişli çıkışlı bir yolda yürüdüğünü, politik buhranların eksik olmadığını, karşılaştığımız açmazların bazılarını demokrasi sistemi içinde çözümleyebildiğimizi, bazen de sistemle bağdaşmayan, fakat ne de olsa sistemin devamını sağlayan yöntemlere başvurduğumuzu görürüz.
Ancak bütün bu yıllarda, daha doğrusu 1950’den beri, iktidar ile muhalefet arasındaki kıyasıya mücadelenin, demokrasiyi koruma konusunda ortak bir iradeye imkán bırakmadığı da bir gerçektir. Bugünkü tehlikeli kilitlenmenin arkasında yine bu olgunun etkisi göz ardı edilemez.
* * *
Cumhurbaşkanlığı seçiminde bugün hemen herkesin hesap hatası yaptığı söylenebilir. Şayet Başbakan, Genelkurmay’a, eşi türbansız bir kimsenin seçileceği izlenimini açıkça vermiş ve daha sonra TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın ısrarı sonucunda Abdullah Gül’ü aday göstermişse, bunun tepkisiz kalmayacağını öngörmeliydi.
Genelkurmayın ise Gül’ün adaylığı belli olduktan hemen sonra, birinci turdan evvel, tepkisini ilk önce kapalı kapılar arkasında göstermesi ve netice alamadığı takdirde müdahaleye açık kapı bırakan bir açıklama yapması herhalde daha doğru olurdu. Kamuoyuna intikal eden bir ihtilafın taraflardan birinin gerilemesiyle çözümlenmesi hep daha zor olur.
Genelkurmay açıklamasında sözü geçen irticai faaliyetlere gelince; bunda hükümetin sorumluluğu şüphe götürmez. AKP hükümeti, laiklikle bağdaşmayan tutum ve davranışlara destek veya müsamahanın inandırıcılığını yitirdiğini bir türlü anlayamamış, anlamak istememiştir.
* * *
Ne var ki, Türkiye’de bugün bir askeri müdahalenin eski müdahalelere oranla çok daha vahim sonuçlar doğuracağı görmezlikten gelinemez. 2007’nin Türkiye’si 1960, 1971 ve 1980 Türkiye’sinden çok farklıdır. O yıllarda Türkiye çok daha fakir bir ülkeydi, Türkiye ekonomisi dünya ekonomisinin, küreselleşmenin bir parçası değildi.
Bir müdahalenin ekonomik sonuçları sınırlıydı. Borsa neredeyse yoktu. Bugün ise ekonomik dengelerin bozulması, sıcak paranın kaçması, direkt sermaye yatırımlarının durması, çok kapsamlı bir ekonomik daralmaya yol açar. Siyasi sakıncalar daha az önemli olmaz.
AB ile iplerin kopmasının ötesinde, Avrupa Konseyi’nde 1980’deki hoşgörüden yararlanabileceğimiz çok şüphelidir. Türkiye’nin siyasi konumu ve prestiji, uzun yıllar tamir edemeyeceğimiz bir darbe yer.
En önemlisi, Türkiye’nin bugünkü toplum dokusu bir müdahaleyi kaldıramaz. Ordunun kendi bünyesi de, ne kadar sağlam olursa olsun sarsıntı geçirebilir.
* * *
İçinde bulunduğumuz krizden çıkmanın bir yolu, Anayasa Mahkemesi’nin, cumhurbaşkanı seçiminin ilk turları için 367’yi sadece karar alma yeter sayısı olarak değil, toplantı yeter sayısı olarak kabul etmesidir.
Bu takdirde, cumhurbaşkanlığı seçim süreci devam edemeyeceğinden, genel seçime gidilir. Ancak bu yönde bir karar, Genelkurmay açıklamasının gölgesinde alınmış sayılacaktır. Hukuk, politikaya feda edilmiş olur. Anayasa Mahkemesi derin bir yara alır.
Bir başka yol, Abdullah Gül’ün adaylığından feragat etmesi suretiyle seçimlere gidilmesidir. Kuşkusuz kimse onu böyle bir ödüne zorlayamaz. Adaylığı tamamen Anayasa’ya uygundur.
Şimdiki halde krizden çıkış öngörmek çok zor. Cumhurbaşkanı araya girerek bir kompromi bulmaya çalışamaz mı?