AB ile ilişkilerimize son zamanlarda oldukça karamsar bir hava hákimdi. Özellikle Gümrük Birliği Protokolü’nün Türk deniz ve hava limanlarının Kıbrıs Rum gemilerine ve uçaklarına açılmasını kapsayacak şekilde uygulanması konusundaki AB ısrarı, müzakere süreci açısından ciddi bir tren kazası olasılığını gündeme getirmişti.
Son Ortaklık Konseyi toplantısında ise daha iyimser bir hava izlendi. Ancak bu izlenimin söylem ve tavırların ötesinde sorunun özünde bir gelişmeye işaret edip etmediği belli değil. AB’nin temel tutumunda bir değişiklik yok. Deniz ve hava limanlarımızın Kıbrıslı Rum gemi ve uçaklarına açılmasının müzakerelerin başlaması için 2004’te alınan kararın bir şartı olduğunu ve bunun Türkiye için hukuki bir vecibe teşkil ettiğini savunmaya devam ediyor. Bu şart yerine gelmezse AB Komisyonu 8 Kasım’dan önce Türkiye’ye karşı alınabilecek önlemler hakkında Konsey’e öneride bulunacak. Türkiye ise KKTC’nin izolasyonuna son vermek amacıyla yine 2004’te AB Konseyi tarafından alınan karar gereğince, limanlarının açılması karşılığında Kuzey Kıbrıs deniz ve hava limanlarının da uluslararası dolaşıma açılmasını ve KKTC üzerindeki ekonomik, kültürel, sosyal ve sportif kısıtlamalarım kaldırılmasında ısrarlı.
***
Bu engeli aşmak gayesi ile AB dönem Başkanı Finlandiya taraflarla henüz káğıda dökülmemiş bir formül üzerinde çalışıyor. Anlaşıldığı kadar bu formül Türkiye’nin limanlarını açması karşılığında Magusa limanının AB, kapalı Maraş bölgesinin de 2 yıl süre ile BM denetimine verilmesini öngörüyor. Bu suretle Magusa limanından KKTC AB’ye direkt ve gümrüksüz ihracat yapabilecek. Ne var ki bu formülde KKTC için tek avantaj direkt ticaretten ibaret. Pratikte bunun da çok büyük bir değeri yok. KKTC zaten AB’ye ihracat yapabiliyor, fakat %14 gümrük vergisi ödüyor. AB’ye ihracatı çok az olduğundan bu vergiden muaf tutulması olsa olsa ona birkaç milyon dolarlık kár sağlar. KKTC ekonomisinin asıl motoru turizm. Ercan Havalimanı’nın uluslararası ulaşıma açılması onun için çok daha önemli. Oysa Finlandiya önerileri havalimanlarını kapsamıyor. Kapsamasına da pek imkán yoktu, çünkü uluslararası hava ulaşımı konusunda yetkili merci Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü’dür(ICAO). ICAO da ancak bir devletin talebi ile harekete geçebiliyor. KKTC’nin devlet sıfatı ise BM kuruluşlarınca tanınmıyor.
***
Bütün bu unsurlar göz önünde tutulduğunda Maraş’ın iki yıl BM denetimine verilmesinin orantısız bir ödün oluşturacağı aşikárdır. Her şeyden önce iki yıl sınırlaması lafta kalacaktır. Maraş bir kere BM kontrolüne geçti mi bugünkü statüsüne geri dönmesi kolay kolay gerçekleşemez. Şimdiki halde Maraş’a oradaki taşınmazlar üzerinde hak iddia edenlerin geri dönmesinden bahsedilmiyor, fakat bir süre sonra bu da mutlaka gündeme gelecektir. Finlandiya önerilerinin kuşkusuz bir artısı olacak, fakat Türkiye için, KKTC için değil. Türkiye’nin AB süreci tren kazasına uğramayacak. İyi de, bu sonucu mutlaka elde etmek istiyorsak, Türkiye’nin tek taraflı olarak, hiç karşılıksız limanlarını açması ehveni şer değil midir? Hiç değilse o zaman KKTC ve Türkiye orantısız bir ödün vermemiş olurlar. KKTC’nin kaybı AB’ye gümrüksüz ihracat yapamamasından ve Türkiye ile ticaretin bir ölçüde Güney’e kaymasından ibaret kalır. Bu kayıp KKTC’ye daha fazla yardımla telafi edilebilir. Zannediyorum ki bu yaklaşım daha akılcı, çünkü avantaj aynı, zarar çok daha az. Ancak akılcı olan politik bakımdan her zaman mümkün değildir. Hele bugünkü koşullar altında bunun hepimiz farkındayız. Dolayısıyla tren kazası galiba kaçınılmaz. Tahribatın çok büyük olmamasını temenni edelim.