CUMHURBAŞKANI adayı olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün seçilmesi, tartışmaları dindirmişe benzemiyor.
Zannedersem, bu konuda dengeli bir görüşe varmak için birkaç unsurun göz önünde tutulmasında yarar var.
Her şeyden önce Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, daha önce Başbakanlık'tan Cumhurbaşkanlığı'na geçenlerden çok daha rahat bir şekilde seçilmek elinde iken, bundan feragat etmesinin takdir edilmesi gerekir. Erdoğan’ın, ileride, Anayasa değiştirilerek başkanlık sistemine geçildikten sonra Cumhurbaşkanlığı'na aday olacağını düşünenler eksik değil.
Olabilir, fakat şimdiden yedi yıl sonrası için spekülasyonların ve niyet yargılamalarının hiçbir anlamı yok. Türkiye’de başkanlık sistemimin kolay kolay kabul edilebileceğini de sanmıyorum.
* * *
Niyet yargılaması şimdi Abdullah Gül’e de yönelik. Yıllarca önce yaptığı konuşmalar ve kullandığı ifadeler hatırlatılıyor. İyi de, insanların değişebileceği kabul edilmelidir. Eski Maoistlerden, hiç değilse akılcı olanlar, bugün demokrasinin ve liberal ekonominin en hararetli destekleyicileri safında bulunuyorlarsa eski "Milli Görüş"çüler benzer bir evrim geçirmiş olamazlar mı?
AKP hükümeti, zaman zaman su yüzüne çıkan bütün dini dürtülerine rağmen, AB üyeliği için en fazla çaba sarf eden, en fazla demokratik reform yapan, başarılı bir ekonomik politika güden bir hükümet olmuştur. Abdullah Gül, AB politikasının daima savunuculuğunu yapmıştır.
Gül’ün AKP içinde bir cumhurbaşkanından beklenilecek uzlaşıcı işlevini en iyi yerine getirebilecek bir kimse olduğu kanaati yalnız Türkiye’de değil, uluslararası çevrelerde de mevcut. Cumhurbaşkanlığı makamına önemli bir diplomatik tecrübe getireceği de muhakkak.
Çankaya’da kendini izole etmeyi yeğleyen, hükümet ile diyalog kuramayan, görüşlerinde hiçbir esnekliğe yer vermeyen, hükümet ile kurumlar arasında uzlaşma aramaya çalışmayan, yabancılar ile temastan hoşlanmayan, hep karamsar mesajlar veren bir cumhurbaşkanı profilinin sakıncaları da unutulmamalıdır.
* * *
Tabii Gül seçilirse bazı ciddi güçlüklerle karşılaşılacaktır. Politik ve kültürel bir simge olarak algılanan türbanın Çankaya’ya çıkışının yaratacağı tepkilerin boyutu bugünden kestirilemez. Bu güçlüğün karşılıklı özveri zihniyetiyle aşılmasına çalışılmalıdır.
Bireysel tercihlere saygı ne kadar gerekliyse, devletin zirvesinde Cumhuriyet'in temel değerlerinin, kültürel simgelerinin ve geleneklerinin korunması konusundaki duyarlılık da aynı derecede meşrudur.
Nihayet, Cumhurbaşkanlığı seçiminin birtakım yapay yöntem taktikleriyle dejenere edilmesi, çok büyük bir hata teşkil edecektir. CHP seçimin ilk turunda üçte iki çoğunluğunun Meclis’te hazır bulunması ısrarından vazgeçmedi. Üçte iki çoğunluk sağlanamazsa Anayasa Mahkemesi'ne başvurmak niyetini korudu.
* * *
Bu satırlar yazılırken TBMM’de ilk turun sonuçları belli olmamıştı, fakat toplantının açılışında 367 sayısına varılabileceği pek olası görünmüyordu. CHP’nin tutumunun, hukuku Anayasa’ya aykırı olarak zorlama anlamına geldiğinde şüphe yoktur.
Anayasa hükümleri, 1980’den önce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkan kilitlenmeleri önlemek amacını taşımaktadır. CHP’nin yorumu ise yalnızca bu seçimi değil, bundan sonraki bütün Cumhurbaşkanlığı seçimlerini çıkmaza sokacak niteliktedir.
Birçok değerli Anayasa hukukçusu, Anayasa’nın sarih olduğunu ve ilk turda üçte iki çoğunluğun toplantıda hazır bulunmasına lüzum olmadığını vurguladılar. Anayasa Mahkemesi'nin de, Anayasa’nın lafzına ve ruhuna sadık kalacaksa, başka türlü bir karar vermesi beklenemez.