ARTIK iyice anlaşılıyor, zaten çok yoğun olan politik gündemimizde, 2007’nin Nisan ayına kadar yeni Cumhurbaşkanı seçimi, diğer bütün sorunların geri plana itilmesine neden olacak. AKP büyük bir olasılıkla, çok sıkışmadığı takdirde, genel seçimleri daha önce yapmak yoluna gitmeyecek.
Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde, tırmanan laiklik tartışması çerçevesinde türban konusunun politik, kurumsal, toplumsal ve kültürel gerginliği ve bölünmeyi tehlikeli ölçüde artırmasını önlemek bir hayli zorlaşacak. Ufuktaki krizin işaretlerini şimdiden görüyoruz.
***
Son günlerde laiklik tartışmasının tırmanışında ilk adım Meclis Başkanı’ndan geldi. Arkasından 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, geçmişteki söylemlerini ve icraatını herkesin kendisi gibi unuttuğunu varsayarak, üniversite tahsili yapmak isteyen türbanlılara "Arabistan’da falan öyle yerler vardır, oraya gidin, orada okuyun" diye seslendi.
Başbakan Tayyip Erdoğan, gittikçe sertleşen üslubu ile onu derhal yanıtladı. Her neyse, kanımca asıl üzerinde durulması gereken konuşma, Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in 12 Nisan’da Harp Akademileri’ndeki konferansıdır. Sezer bu konuşmasıyla laikliğin yalnızca "din ve vicdan özgürlüğü olarak" tanımlamasına karşı çıkıyor.
Sezer’e göre bu tanımlamayla "tesettür amacıyla kullanılan türban, bireysel özgürlük kapsamına alınarak kamusal alanda da bu uygulamanın kaçınılmaz olduğu vurgulanmak istenmektedir".Sezer daha da ileri giderek şunu ekliyor:
"Bu yaklaşım toplumu, ’Madem ki laiklik din ve vicdan özgürlüğüdür, laik düzende herkesin kendi istenciyle seçeceği hukuk düzeninde yaşamak hakkı vardır’ sonucuna kadar götürecektir."
Sezer ayrıca devletin başı sıfatıyla Cumhurbaşkanı’na Anayasa’nın uygulanmasını gözetmek görevinin verildiğinin altını çiziyor. Anayasa gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının da üstün hukuk normları olduğunu belirtiyor. Özet olarak, Sezer’in kavramsal tutumunun AKP’nin laiklik anlayışıyla ve dolayısıyla eşi türbanlı bir Cumhurbaşkanı’nın seçilmesiyle hiç bağdaşmadığı açıktır.
Onun gibi düşünenlerin sayısının az olmadığı da unutulmamalıdır. Sağduyu galebe çalmalı, Türkiye bir siyasi travmaya sürüklenmemelidir.
***
Peki nasıl bir Cumhurbaşkanı? Kuşkusuz Cumhurbaşkanı’nın laiklik ve cumhuriyetin değerleri konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir hassasiyet ve irade sahibi olması şarttır. Ancak Cumhurbaşkanı’nın rolünün bundan ibaret olduğu da söylenemez.
Cumhurbaşkanı, aynı zamanda önemli konularda kurumsal oydaşmayı sağlamaya çalışmalı, dış politikanın genel istikametinin saptanmasına ve dış ilişkilerin yürütülmesine katkıda bulunmalı, politik kilitlenmelerde arabuluculuk yapabilmeli, kamuoyuna gerektiğinde doğrudan seslenebilmeli, hükümet, parlamento üyeleri ve kurumlarla resmi toplantılar dışında sürekli diyalog içinde olmalıdır.
Sivil toplumu ihmal etmemelidir. Çankaya’da izole kalmamalı, kanunlar ve kararnameler hakkında duyduğu tereddütleri veya çekincelerini veto hakkını kullanmadan önce hükümete iletebilmelidir. Bir nokta daha. Yetmiş yaşını aşmış kimse Cumhurbaşkanlığı’na heves etmemelidir.