BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs konusundaki 4 Şubat tarihli mektubunda ve 13 Şubat'ta New York'taki uzlaşmada çizilen yol haritası hem kapsamlı bir çözüm projesini temel alıyor, hem de aşamalı ve bağlayıcı bir yöntem içeriyor.
Genel Sekreter Kofi Annan'a, anlaşmaya varılamadığı takdirde hakem yetkileri de tanındı. Kıbrıs meselesinin çözümüne karşı olanlar şimdi çeşitli ve karmaşık savlarla yöntemin bağlayıcı olmadığını, Türkiye'nin sonuna kadar hareket serbestisini elinde bulunduracağını kanıtlamaya çalışıyorlar.
* * *
Genel Sekreter'e gerçekte hakemlik yetkisi verilmediğini iddia edenler, Annan'ın takdir hakkını kullanarak son şeklini vereceği çözümün referanduma sunulmasını garantör devletlerin önleyebileceklerini, 13 Şubat açıklamasının buna müsait olduğunu vurguluyorlar. Ayrıca Kıbrıs'taki taraflar ile garantör devletler arasında fark bulunduğunu, Kıbrıslı Türklerin ve Rumların referanduma sunulacak metni imzalamalarının öngörülmediğini, bu yetkinin sadece garantör devletlere tanındığını ileri sürüyorlar. Bütün bunlar kelime oyunlarından ibaret. Maksat da belli: Kıbrıslı Türkler by-pass edilerek Türkiye'nin referandumu önlemesi. Oysa çözümün temel dokümanı olan ‘‘Tesis Anlaşması’’nın referanduma sunulması için ilk önce Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum liderlerinin bir taahhüt belgesini imzalamaları gerekiyor. Belgeyi ‘‘Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin seçilmiş liderleri’’ sıfatı ile ve ‘‘siyasi eşit’’ olarak imzalayacaklar.
Annan Planı'ndaki bu hükmün Genel Sekreter'in mektubu veya New York açıklaması ile değiştiğine dair hiçbir işaret yok. New York açıklamasında yalnızca Kıbrıslı Türkler ve Rumlar değil, garantör devletler de 4 Şubat mektubunu da kapsayan süreç konusunda yükümlülüklerini teyit ettiler. Garantör devletler, referandum tarihinden önce ‘‘Tesis Anlaşması’’nın referanduma sunulmasını, imzalayacakları bir bildiriyle kabul edececekler. Aynı bildiride iki tarafta da referandum olumlu sonuçlandığı takdirde, yeni Kıbrıs Cumhuriyeti ile güvenlik konularını kapsayan bir antlaşma imzalamak taahhüdüne girecekler. Türkiye'de hükümetin daha önce Meclis'ten bir şekilde onay alması gerekecek. Onay işlemi daha sonraya bırakıldığı takdirde Kıbrıslı Türklerin kabul ettiğini Türkiye'nin reddetmesi gibi bir duruma düşülebilir.
* * *
Hukuk cambazlıklarını bir tarafa bırakarak meselenin özüne dönmekte yarar var. Artık iyice anlaşıldı ki Kıbrıs Rumları, 1 Mayıs tarihinde birleşik bir Kıbrıs'ın adaya girmesini önlemek için ellerinden geleni yapacaklar. Başta CHP olmak üzere Türkiye'de ve KKTC'de de 1 Mayıs tarihinin kaçırılmasını isteyenler vardır. Dolayısıyla mayıstan önce çözüm isteniyorsa gerek Lefkoşa'da, gerek Ankara'da çok yoğun bir çalışmanın yürütülmesi şarttır. Mesele ‘‘Tesis Anlaşması’’nın değiştirilmesinden ibaret değildir. Tesis Anlaşması'na iki tarafın da yürürlükteki kanunlarının büyük bir kısmını ve çok sayıda yeni anayasal ve federal kanunları içeren binlerce sayfa eklenecektir. Bu amaçla kurulan teknik komitelerin yoğun bir mesai sarf etmeleri gerekiyor. Ayrıca ‘‘Türk Kurucu Devleti’’nin anayasasının süratle hazırlanmasına ihtiyaç vardır. Bu çalışmaların gecikmesi Rumların işine yarayacaktır.
* * *
‘‘Tesis Anlaşması’’nın önemli bir özelliği, AB müktesebatına istisnalar getirmesidir. Bu istisnaların çoğu Kıbrıs Türklerinin lehinedir. Şayet Nisan 2003'ten önce bir çözüme varılabilseydi, istisnalar Kıbrıs'ın AB'ye katılım antlaşmasına eklenecek ve ‘‘birincil kanun’’ niteliği ile AB müktesebatının parçası sayılacaklardı. Birincil kanunların özelliği, onlara karşı AB Adalet Divanı'na başvurulamamasıdır. Halen istisnaların statüsünün ne olacağı belli değil. İstisnalar birincil değil türev kanunu niteliğinde olursa AB Adalet Divanı yolu açık kalacaktır. Ancak unutmamak gerekir ki ister birincil ister türev kanunlarına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuru yolu daima açıktır. İstisnaların büyük kısmı da daha çok AİHM'nin yetkisine giren konuları kapsamaktadır.
Denebilir ki, New York'ta üstlenilen neticede bir politik taahhütten ibarettir. Doğrudur. Buna riayet edilmemesinin hukuki sonuçları olmayabilir, fakat politik açıdan hukuki bir yaptırımdan bile çok daha ağır bir bedel ödenir.