Çırpınan Türk diplomasisi

GEÇEN hafta Türk diplomasisi olağanüstü bir faaliyet içindeydi. Başbakan’ın Tahran ve Şam ziyaretlerinin ardından, Türkiye’nin, AB üyelik sürecinin fiilen hemen tamamen askıya alınmasını önlemek amacıyla sürpriz etkisi yapan önerilerde bulunduğu haberi geldi.

Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, KKTC’deki Tazmin Komisyonu’nun geçerli bir iç hukuk yolu olabileceği kararını aldı. Kıbrıs ihtilafının kritik düğümlerinden biri olan mülkiyet sorunsalı açısından KKTC ve Türkiye için çok daha elverişli koşullar yaratan bu karar, hem hukuki hem de politik bir başarıdır.

Bu satırların yazıldığı sırada Türkiye’nin, Kıbrıs konusunda dönem başkanı Finlandiya’ya sunduğu önerilerin gerçek mahiyeti henüz tam manasıyla aydınlanmış değildi. Fakat maksat belli. Limanlar sorununun müzakerelerde neden olduğu tıkanmayı kısmen tek taraflı, kısmen de karşılıklı önlemlerle aşmak, aynı zamanda da kapsamlı bir çözüm için BM Genel Sekreteri’nin yeni bir inisiyatif almasını AB’nin desteklemesini sağlamak.

* * *

Türkiye’nin iyi niyeti, AB ülkelerinin bir kısmı tarafından takdir edilmekle beraber bu atılımın beklenen ölçüde başarılı olabileceğini gösteren emareler şimdiye kadar pek yok. Girişim, komisyon tavsiyelerinden sonra yapıldığından biraz geç kalındığı da düşünülebilir. Türk diplomasisi her nedense son yıllarda zamanlamayı ayarlamakta sürekli sıkıntı çekiyor. Tabii asıl değerlendirmeyi AB üyelerinin genel eğilimi iyice belirli hale gelince yapmak daha doğru olacak.

Başbakan’ın Tahran ve Şam ziyaretleri, İran ile Irak ve Suriye ile Irak arasındaki temasların arttığı ve Irak’taki açmazın ancak İran ve Suriye’yi devreye sokarak aşılabileceği kanaatinin ABD’de yerleşmeye başladığı bir devreye rastgeliyor. Lübnan’a da gidecek olan Başbakan, muhtemelen Türkiye’nin bölgede by-pass edilebilecek bir güç olmadığını vurgulamayı da amaçlıyor. İyi de Suriye ziyaretini sorgulamak mümkün.

Şam’ın, eski Başbakan Hariri’nin katlinden kimin sorumlu olduğunu tespit edecek davanın başlamasını önlemek maksadıyla Lübnan’da patlak veren hükümet krizini tahrik etmekle suçlandığı göz ardı edilemez. Sanayi Bakanı Pierre Amin Gemayel’in katledilmesinde hiç rol oynamadığını iddia etmek de o kadar kolay değil. Ziyaretin zamanlanmasında yine bir yanılgıdan söz edilebilir.

ABD’de eşit sayıda Cumhuriyetçi ve Demokratlardan oluşan "Irak Çalışma Grubu"nun Başkan Bush’a sunduğu raporda da Irak kapsamında İran ve Suriye ön plana çıktı. Bunda şaşılacak bir şey yok; çünkü bu iki devletin Irak’taki terör ve istikrasızlıktaki rolleri inkár edilemez. Rapor İran’ın Irak’taki Şii milislere silah, para ve eğitim yardımı yaptığını, Şii partilere siyasi destek sağladığını, Sünni isyancılara bile patlayıcı maddeler ulaştırdığını vurguluyor.

* * *

Suriye’ye gelince, Şam’ın da Irak hükümetini baltalamaya çalıştığı, sınırdan Irak’a silah ve yabancı savaşçılar sızmasına göz yumduğu belirtiliyor. Rapor Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin olumsuz yaklaşımlarına da değinmekten geri kalmamış. Bu ülkelerin Sünnilere siyasi destek vermediklerini, buna karşılık bazı vatandaşlarının Sünni isyancılara yardımda bulunduklarını ileri sürüyor.

Türkiye ise Irak’taki kaosun sorumluları arasında değil, aksine bu kaostan büyük zarar gören bir devlet. Buna rağmen oynayabileceği role somut bir atıf yok. Raporun hazırlanmasında Türkiye’de hiç kimseye danışılmamış olmasını yadırgamamak mümkün değil. Irak konusunda ABD ile Türkiye arasındaki kopukluk anlaşılan bir ölçüde devam ediyor.
Yazarın Tüm Yazıları