Bundan sonra AB ve Kıbrıs

AB zirvesinin sonuçlarını bilmeden bu makaleyi kaleme alıyorum.

Fakat Dışişleri bakanları toplantısında Kıbrıs konusunda varılan mutabakatın zirvede değişmesi olasılığı yok gibi.

Buna karşılık, zirvede genişleme ve "entegrasyon kapasitesi" üzerindeki görüşmelerin ve varılacak sonuçların Türkiye’nin AB üyeliği perspektifini çok yakından ilgilendireceği kuşkusuzdur.

* * *

AB Konseyi’nin Bakanlar toplantısından çıkan karar geniş ölçüde Komisyon’un tavsiyelerini benimsedi. Kısacası Türkiye’nin AB üyelik süreci fiilen askıya alınıyor.

Limanlar meselesi halledilinceye kadar 8 başlık müzakereye açılmayacak, geriye kalan 26 başlık açılabilecek fakat kapatılamayacak. AB üyelerinin bu 26 başlığın açılışını bireysel olarak bloke etme hakları saklı.

Konsey ayrıca 21 Eylül 2005 tarihli AB deklarasyonunun uygulanmasını Komisyon’un ilerleme raporlarındaki değerlendirmeler temelinde 2009 yılının sonuna kadar izleyecek. Bizim Gümrük Birliği Ek Protokolü’nü imzalarken bu imzanın "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni tanıma anlamına gelmeyeceği yolundaki deklarasyonumuzun tetiklediği 21 Eylül deklarasyonu sadece limanların açılmasını değil, fakat Güney Kıbrıs’la "ilişkilerin normalleştirilmesini", başka bir deyimle "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin tanınmasını da öngörüyor.

Bize 2009’a kadar bu konuda da mühlet veriliyor. 2007 yılında BM şemsiyesi altında müzakerelerin tekrar başlamasının önemine Komisyon tavsiyelerinde yapılan vurgu Bakanlar kararına ithal edilmemiş.

Bu konuda dönem başkanı bir beyanda bulunacak. Üzerinde çok durulmaya değecek bir değişiklik değil. BM Genel Sekreteri’ni ABD ve münferiden bazı AB üyeleri de harekete geçmeye teşvik edebilirler.

Olumlu gibi gözüken bir gelişme AB Konseyi’nin direkt ticaret meselesini tekrar gündemine almasıdır. Ancak bu kapsamda Ercan havalimanının uluslararası trafiğe açılması yok. 2004 yılında buna razıydık, çıtayı daha sonra 2006 Ocak ayındaki eylem planı ile yükselttik.

* * *

BM Genel Sekreteri tarafları tekrar masaya oturtmayı başarsa ne olacağı başka bir sorun. Annan Planı’nın müzakere edildiği devreye göre ortam çok değişmiş olacak.

O zaman Rumlar henüz AB’ye üye olmadıklarından Katılım Antlaşması’nı imzaladıkları 2003 Nisanı’na kadar çok temkinli ve esnek davranıyorlardı.

Tarafların üzerinde anlaşmaya varamadıkları konularda BM Genel Sekreteri’nin çözüm planındaki boşlukları doldurmasını ve planın bu şekilde referanduma sunulmasını kabul ediyorlardı.

Şimdi ilk olarak böyle bir yönteme karşı çıkacaklar. Annan Planı’ndaki dengelerin özlü bir şekilde kendi lehlerine değişmesini isteyecekler. Planda öngörülen Türkler lehine AB kurallarına derogasyonları kabule yanaşmayacaklar. Türkiye AB’ye girdikten sonra Ada’da bir Türk birliğinin kalmasını reddedecekler. 1974’ten sonra Ada’ya Türkiye’den göç edenlerin vatandaşlığına itirazda bulunacaklar.

Bunlar Rum tutumu hakkında aklıma gelen olasılıkların yalnızca bazıları. Kaldı ki Ada’daki atmosfer de çok değişti. Yeşil Hat üzerinden gidiş gelişlere izin verildiği 2003 yılında Türkler ile Rumlar arasında bir yakınlaşma başlangıcı vardı. Şimdi ilişkiler çok gergin.

* * *

En iyi çözümün artık Ada’da Annan Planı’ndaki sınırla ayrılmış AB üyesi iki devlet olacağı şüphesiz.

Fakat Güney Kıbrıs razı olmadıkça bu formüle nasıl ulaşılabileceği belli değil. Güney Kıbrıs’ın arkasındaki AB dayanışması ne dereceye kadar zayıflatılabilir? Bu amaca varmak için Türkiye yaratıcı bir politika tasarlayabilir mi? Ciddi bir açılım politikası veya alternatif olarak kontrollü ve ölçülü bir kriz akla gelir mi?

Bu sorulara cevap vermek çok zor, fakat bir beyin fırtınasına süratle ve şiddetle ihtiyacımız var.
Yazarın Tüm Yazıları