BUGÜNLERDE BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarının üye ülkeler için ne derece bağlayıcı olduğu konusu enine boyuna tartışılıyor.
Özellikle üzerinde durulan nokta, 1701 sayılı karara göre Lübnan’da yeniden şekillendirilen ve mevcudu artırılan UNIFIL’e Hizbullah’ı silahsızlandırma görevinin verilip verilmediğidir.
Bu konuda bir kanaate varmak için iki öğe göz önünde tutulmalıdır. Birincisi 1701 sayılı kararın BM şartının zorlayıcı önlemlere yer veren 7’nci bölümü kapsamına girip girmediğidir. 1701 sayılı karar, atıf yaptığı, Hizbullah gibi silahlı grupların silahsızlandırılmasını öngören daha önceki 1559 (2004) ve 1655 (2005) sayılı kararlardan bir bakıma farklıdır. Çünkü operatif maddelerinin başında, Konsey’in "Lübnan’daki durumun uluslararası barış ve güvenlik için bir tehdit" oluşturduğunu saptadığı belirtilmektedir.
Bazılarına göre bu yazılış biçimi, kararı 7’nci bolümün kapsamına sokar. Diğer bir görüşe göre ise 7’nci bölüme ve paragraflarına doğrudan bir atıf yapılmadıkça bir kararın bu kapsamda sayılması mümkün değildir. Tabii önemli olan, kararı alan Güvenlik Konseyi üyelerinin görüşüdür.
Ne var ki elimde bulunan ve Almanya, Avusturya ve İsviçre’nin tanınmış hukukçuları tarafından yazılmış "BM Şartının Yorumu"na göre bir kararın 7’nci bölüm kapsamında sayılması için doğrudan bu bölüme ve maddelerine referansta bulunulması şart değildir.
* * *
Bu tartışmada üzerinde durulması gereken bir nokta var. Doğrudan 7’nci bölüme atıf yapan kararlar da ne derecede bağlayıcı? İran’ın nükleer programlarına ilişkin 31 Temmuz tarihli ve 1696 sayılı karar bu açıdan bir hayli düşündürücü. Kararda, İran’ı uranyum zenginleştirme programlarına son vermeye zorlamak amacıyla Şart’ın 7’nci bölümünün 40’ıncı maddesine göre hareket edildiği özellikle vurgulanıyor.
31 Ağustos’a kadar İran karara uymadığı takdirde yaptırımlara başvurmak niyeti de açıkça ifade ediliyor. İran ise bu koşulu yerine getirmedi. Buna rağmen hakkında yaptırım kararı alınması konusunda Güvenlik Konseyi üyeleri arasında oydaşma mevcut değil. İran, Konsey’e kafa tutmaya devam ediyor. Demek ki kararların hukuki niteliğinden çok bu kararların arkasındaki siyasi irade önemli.
Türkiye’de geleneksel olarak milli hukuk kavramları, uluslararası hukuka da nakledildiği için yazılı metinlere her nedense kutsal bir değer atfediliyor. Oysa Lübnan konusunda Güvenlik Konseyi kararlarının yazılış biçimi ne olursa olsun, UNIFIL’in Hizbullah’ı silahsızlandırmak gibi bir görevi fiilen üstlenemeyeceği konusunda tereddüt yok.
Daha iki-üç gün önce UNIFIL’in Fransız Komutanı General Pellegrini,"yeni çatışma koşulları altında bile" UNIFIL’in misyonunun Hizbullah’ı silahsızlandırmak olamayacağını açıkladı. Generale göre, UNIFIL’in rolü Lübnan’ın tamamında Lübnan ordusunun otorite tesis etmesine yardım etmekten ibaret. Esasen Lübnan ordusu ile Hizbullah arasında bir kompromiye varılmış gözüküyor.
Hizbullah, ateşkesi ve Lübnan ordusunun şimdiye kadar kendi kontrolü altında bulunan Güney Lübnan’da konuşlandırılmasını kabul ediyor, bunun karşılığında da ordu Hizbullah silahlarının peşine düşmekten vazgeçiyor. Zaten ne Lübnan ordusunun, ne de UNIFIL’in Hizbullah’ı zorla silahsızlandıracak gücü var.
* * *
Türkiye’nin UNIFIL’e katkıda bulunmak üzere Lübnan’a kuvvet gönderilmesini öngören hükümet tezkeresi TBMM’de görüşülürken, Hizbullah’ın silahsızlandırılması gibi mevcut olmayan bir mesele üzerinde lüzumsuz ve yıpratıcı tartışmalara, karşılıklı ithamlara girilmeyeceği umulur.
Zaten anlaşılan, hükümetin öngördüğü katkı, ağırlıklı olarak deniz kuvvetlerinden oluşacak. O zaman mesele kalmadı demektir.