MERKEZİ Paris’te olan "Akdeniz Politikaları Enstitüsü" 6 yıldan beri her yıl şubat ayında Monako’da bir toplantı düzenlemektedir.
Bu toplantılara, aktif görevde bulunan bakanlar ve yüksek memurların yanı sıra eski cumhurbaşkanları, eski başbakanlar, eski bakanlar, politikacılar, diplomatlar, Avrupa’nın önde gelen gazetelerinin köşe yazarları ve etkili düşünce merkezlerinin başkanları katılırlar.
Geçen haftanın sonundaki toplantıda tartışılan başlıca konular, İran’ın nükleer programı, Irak’taki durum, İsrail-Filistin ihtilafı ve Lübnan oldu. Bu yazımda İran üzerindeki tartışmaları kısaca ele almak istiyorum.
* * *
İran konusunda başlıca iki görüş, iki senaryo ortaya çıktı. Birincisine göre ABD’nin halen güttüğü politika, kaçınılmaz olarak İran’ın askeri hedeflerine ve nükleer tesislerine bir saldırıyla sonuçlanacaktır.
Bu görüşte olanlar, nükleer silahlara sahip bir İran’ın İsrail için yaşamsal bir tehlike teşkil edeceğini, Ahmedinejad’ın İsrail’in yok olacağını ilan eden ve Yahudi soykırımını inkár eden söylemlerinin hafife alınamayacağını, İran’ın davranışının İsrail’in bekasıyla doğrudan bağlı bulunduğunu ileri sürüyorlar.
Ayrıca, ABD’nin körfeze iki uçak gemisiyle refakat gemileri göndermesinin bir müdahale mantığı yarattığına, Washington’un bir savaş nedeni, bir "casus belli" arayışı içinde olduğuna inanıyorlar. Ancak, olası saldırıların yapacağı tahribat ne olursa olsun, İran’ın nükleer programından vazgeçmesi pek beklenmiyor.
Dolayısıyla havadan müdahaleyi her iki-üç yılda bir tekrarlamak gerekecek. Müdahale senaryosuna ilişkin bir başka yorum ise, ABD’nin İran’ın Irak’taki eylemlerine ve nüfuzuna set çekmek ve bu suretle Irak’taki dengeleri de etkilemek istediğidir.
İkinci görüşe göre, ABD’nin kuvvet gösterisiyle amacı, İran’ı bir kompromiye zorlamaktır. Bu kapsamda BM Güvenlik Konseyi’nden mevcut yaptırımları biraz daha ağırlaştıran bir karar çıkartılması için çaba harcanacaktır. Böyle bir kararın zeminini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) son raporu hazırlamış görünüyor.
Ajansın Başkanı Baradei, Güvenlik Konseyi’nin İran’ın nükleer zenginleştirmeyi durdurması için verdiği 60 günlük sürenin bitiminde, İran’ın, zenginleştirme faaliyetlerine son vermek şöyle dursun, bu faaliyetleri genişlettiğini raporda vurguluyor. Ne var ki Rusya ve Çin’in, bir açılım siyasetiyle desteklenmeden yeni karara yeşil ışık yakması pek beklenemez.
* * *
Gerçekten de, yeni yaptırımlara paralel olarak sadece nükleer zenginleştirmenin askıya alınması meselesini değil, İran ile sürtüşmelere ve gerginliklere sebep olan bütün konuları gözden geçirecek önkoşulsuz bir diyalog başlatmak bugünkü koşullarda en sağduyulu bir yaklaşım olacaktır.
Bush yönetimi, Kuzey Kore ile böyle bir uzlaşmanın ilk adımlarını attı. İran için de benzer politika değişikliğine yatkın olabileceği yönünde daha herhangi bir işaret vermiyor. Bush’un eğilimi hakkında bugünden kesin bir şey söylenemezse de İran ve Suriye ile diyaloğu öneren Baker-Hamilton raporuna olumlu hiçbir tepki göstermediği hatırlanmalıdır.
Bush İran’a saldırarak yeni bir Pandora kutusu açmaktan bu defa vazgeçecek mi? Bu soruya cevap vermek çok zor. Şimdiye kadar aldığı kararların hepsinin yanlış olması, iyimserliğe fazla yer bırakmıyor. Fransızların bir deyimi var: "İleriye doğru kaçış." Anlamı şu: "Bir hata yaptınız mı sonuna kadar gitmek." Bush farkında olarak veya olmayarak bugüne kadar hep böyle hareket etti. Tarih bu mantığın neden olduğu felaketlerin sayısız örnekleriyle dolu.