BİR dostum "Kasım 1938-Dünya basınında Atatürk" başlıkı kitabı hediye etti. Kitap Atatürk’ün vefatını takiben 42 ülkenin basınında çıkan 300 kadar makaleyi içeriyor.
Daha ilk sayfalarında yer alan İngiliz "The Times"gazetesinde 11 Kasım’da çıkmış olan yazı beni özellikle etkiledi.
Şimdiye kadar Atatürk hakkında çok şey yazıldı, fakat bu makaledeki kadar onun dehasını, siyasi vizyonunu ve başarılarını iki üç sayfa içinde en çarpıcı şekilde özetleyen bir yorum bulmak kolay değildir. Makalenin bazı kısımlarını bu sütunun sınırı içinde nakletmek istiyorum:
* * *
"Atatürk metaneti ve kararlılığı sayesinde her komutanın direnişini kırabilecek güçlükleri yenmesini bildi... Gelibolu Yarımadası’nda İngiliz işgal kuvvetlerine karşı verilen kahramanca mücadelede dengeleri işgalcilerin aleyhine bozan askeri dehası sayesinde uğrunda savaştığı davada muhteşem bir zafer kazandı. Fakat o, başka birçok meşhur generalin aksine, kazandığı zaferin muhakemesine gölge düşürmesine izin vermedi... O sorunlu bir mirasın várisiydi...
Türkiye neredeyse sekiz sene süren savaş nedeniyle büyük kan kaybına uğramışti. Türkiye’yi Birinci Dünya Savaşı’na sokan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hayatta kalan üyeleri Mustafa Kemal’e karşı kıskançlık duygusu içindeydiler. Panislamistler onun Türkiye’yi yeniden İslam yayılmacılığının merkezi yapacağını umuyorlardı. Türkiye’yi modernleştirmesi ve laikleştirmesi onu eleştirenleri şaşırttı.
Latin harflerinin kabulü, kadınların özgürlüklerine kavuşmaları, eski yönetim biçiminin tamamen ortadan kaldırılması, haberleşme, finans ve tarımdaki büyük gelişmeler ve yeni ve daha insancıl yasaların yürürlüğe sokulması arkalarında hep toplum desteği olan reformlardır.
Bazı Batılı liberallerin onun ilk günlerde kullandığı otoriter metotlara ve kurup gözettiği tek parti sistemine kuşku ile baktıkları doğrudur. Fakat bu detay ve metotların eleştirilmesi, onun gerçekleştirdiği devrimin Türk insanına, hiçbir kuşağın yaşamadığı kadar özgür, dopdolu ve güvenli bir yaşam sağladığı gerçeğini değiştiremez.
(...) Başarıları sadece ülkenin Avrupalılaştırılması ile sınırlı değildi. Her zaman ilham kaynağı olduğu ve bazen de bizzat yürüttüğü dış politika Türkiye’yi Batılı devletler arasında saygın bir konuma getirdi ve eski düşmanlarından yeni dostlar yarattı. Türk diplomasisi onun idaresi altında başarıdan başarıya koştu. 1936 Montrö Konferansı’nda Türkiye’nin savaşta kaybettiklerini müzakere yoluyla kazanması uzlaşmanın bir zaferiydi... Yakın zamanlarda ise eski ve yeni diplomatik metotların dahice bir bileşimi Türkiye’ye Hatay sancağını yeniden kazandırdı.
(...) Yeni Avrupa’nın savaş devriden sonrasında gördüğü hiçbir lider onun kadar çok şey başarmadı ve onun kadar büyük zorluklara göğüs germedi. Ölümü geride kalanları yas’a boğdu. Eski düşmanları ve şimdi de dostları olan ve Atatürk’e cesur bir düşman olarak hayranlık duyan İngiltere’nin, onun ölümü ile Türkiye’nin ve Avrupa’nın büyük bir insan kaybettiğinin bilincinde olması ve bundan üzüntü duyması Türk halkını en azından teselli edecektir."
* * *
Bu makaleden ilk çıkan sonuç, daha 1938’de, Atatürk’ün bir Avrupalı devlet adamı ve Türkiye’nin de, o devirde ekonomik gelişmişlik düzeyi çok düşük olmasına rağmen, Avrupa camiasının bir üyesi olarak algılandığıdır.
Atatürk’ün, yaşadığı dönemde revaçta olan totaliter rejimlerin hiçbirini benimsememesi ve İngiltere gibi bir demokrasinin hayranlığını kazanan reformlar gerçekleştirmesi onun vizyonunun yönüne de ışık tutar. Ona birtakım ideolojiler izafe edenlerin, söylemlerini tahrif edenlerin aksine, Atatürk, kendisinden sonraki kuşaklara, bugünkü Avrupa değerlerini ve kurumlarını özümsemeye götüren yolu açmak istemiştir. Ne yazık ki bir soru zihinleri tırmalamaktan geri kalmıyor:
Türkiye 1930’larda zihniyet bakımından bugünkünden daha mı Avrupalıydı? Diplomasimiz daha mı gerçekçi ve yaratıcıydı?