BUGÜN ABD’nin atılımı ile Annapolis’te toplanacak olan Ortadoğu Konferansı’ndan herhangi özlü bir sonuç çıkmasını bekleyen hemen hemen kimse yok.
Hatta bundan sonraki girişimlere zemin hazırlayabilecek mütevazı bir ilerleme bile umut edilmiyor.
Konferanstan önce Filistin Özerk Yönetimi Başkanı ve El Fetih Lideri Mahmud Abbas ile İsrail Başbakanı Olmert’in bir deklarasyonla Filistin meselesinin temel unsurları olan sınırlar, mülteciler ve Kudüs konularında ortak bir vizyonu yansıtmaları beklentisi vardı. Birbirleriyle çok iyi anlaşan Olmert ve Abbas birkaç kere buluştular, fakat bir uzlaşıya varamadılar.
Olmert’in İsrail’in bir "Yahudi devleti" olduğunun kabul edilmesini ısrarla istemesi, açmazın önemli bir yönüydü. İsrail Yahudi devleti diye nitelendirilince Filistinli mültecilerin geri dönmesine set çekilmiş olacaktı. Annapolis Konferansı’nın bir bahtsızlığı da gerek Filistin’in, gerek İsrail’in büyük siyasi bölünmeler içinde kıvranmakta oldukları bir zamana rastgelmesidir.
Ekonomik ambargo kıskacında bulunan Gazze’de kontrol HAMAS’ın elinde. Hamas konferans sürecinin tamamen dışında kalıyor ve HAMAS’ın lideri, "Bu konferans ölü doğdu. Filistinlilerin 1948’de İsrail’in kurulması ile kaybettikleri topraklarından ve evlerine dönmek hakkından hiçbir zaman vazgeçmeyiz" diyor. İsrail’de ise Olmert’in politikalarına karşı muhalefet gittikçe sertleşiyor.
* * *
Başkan Bush iktidara geldiğinden beri Filistin-İsrail ihtilafının çözümüne hiçbir zaman büyük bir ilgi göstermemişti. 2003’te kabul edilen üç aşamalı "Yol Haritası" da káğıt üzerinde kaldı. İlk aşamada öngörülen terör ve şiddete son verilmesi, Filistin halkının hayatının normalleşmesi ve Filistin topraklarında Yahudi yerleşim merkezleri inşasının durdurulması hedeflerinin hiçbirine ulaşılamadı.
Tersine Filistin halkının yaşam koşulları gittikçe daha fazla bozuldu. İkinci aşamada ise 2004-2005 yıllarında geçici sınırlar içinde bir bağımsız Filistin devleti kurulacaktı! Tabii söz konusu olmadı. Unutmamak gerekir ki Başkan Bush’un 2001 yılında yaptığı ilk işlerden biri, selefi Clinton’ın ortaya koyduğu çözüm modelini rafa kaldırmak olmuştu.
Clinton’ın görevinden ayrılmadan önce Aralık 2000’de Arafat’a ve Başbakan Barak’a sunduğu öneri, bundan önceki ABD önerilerinden daha fazla Filistinlilerin lehindeydi. Filistinlilere Gazze ile beraber Batı Yakası’nın yüzde 94-96’sı bırakılacaktı. İsrail, 1967 sınırlarına dahil toprakların yüzde 1 ile yüzde 3 oranında bir kısmını da Filistinlilere devredecekti.
İsrail kuvvetleri üç yıl içinde Filistin topraklarından çekilecek ve yerine uluslararası bir güç gelecekti. Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olması kabul ediliyor ve Harem-i Şerif üzerinde Filistin’in egemenliği tanınıyordu; İsrail özellikle Lübnan’dan sembolik miktarda Filistinli mülteciyi kendi topraklarına kabul edecekti.
Filistin sınırları dışındaki diğer mültecilerin ise yeni Filistin devletine nakledilmeleri için uluslararası yardım imkánları araştırılacak ve mültecilere tazminat ödenecekti.
* * *
Clinton’ınönerilerinden sonra İsrailli ve Filistinli müzakereciler Ocak 2001’de Taba’da bir araya geldiler ve sınırlar, güvenlik, mülteciler ve Kudüs konularını görüştüler. Toplantılardan sonra yayımlanan ortak bildiride, tarafların bundan önce hiç bu kadar bir çözüme yaklaşmadıkları belirtiliyordu.
Ne var ki bazı konularda müzakerelerin sonuçlandırılması mümkün olamamıştı. İsrail’de yapılacak seçimlerden sonra tarafların tekrar bir araya gelmeleri kararlaştırılarak müzakerelere ara verildi. Seçimlerde ise Şaron kazanacaktı. Taba mutabakatı da rafa kaldırıldı.
Annapolis Konferansı hakkındaki yegáne olumlu haber, Suriye’nin, anlaşılan Türkiye’nin de girişimlerinin etkisiyle konferansa katılmayı kabul etmesi oldu. Suriye’siz Ortadoğu’da barış olamayacağına göre onun mevcudiyeti belki bir ölçüde Annapolis’ten sonraki çabalar için daha elverişli bir psikolojik ortamın doğmasına yardım edebilir.