2007 yılının Türkiye için çok çetin olacağını tahmin etmek zor değil.
Başbakan’ın ABD ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı’nın TBMM’nin açılışında ve Genelkurmay Başkanı’nın Harp Akademileri’nde yaptıkları konuşmalar, AB sürecinde gittikçe belirginleşen tıkanmalar, bu yılın sonundan itibaren çok zor bir devreye gireceğimizi haber veren gelişmelerdir.
***
İlk olarak Başbakan’ın ABD Başkanı ile buluşmasını ele alırsak sonucun geniş ölçüde olumlu olduğu kanaatine varılabilir. Başbakan’ın ve Başkan Bush’un basına açıklamaları geniş kapsamlı bir görüş alışverişi yapıldığını ve terörle mücadele konusunda ortak bir irade sergilendiğini gösteriyor. Tabii bütün zirve toplantılarında olduğu gibi varılan mutabakatların uygulanmasını beklemek lazım. Fakat hiç değilse Türkiye ile ABD arasında karşılıklı güvenin yeniden tesisi alanında küçümsenmeyecek bir adım atılmıştır. Ne var ki,Washington’daki görüşme, ister istemez, Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın ve Genelkurmay Başkanı’nın çıkışlarının gölgesinde kaldı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Wilson, kendisine sorulan bir soruya cevaben "kakofoni" diyerek işin içinden sıyrılmak isteyince de bir hayli tepki çekti. Tepkiler haklı olabilir, fakat söylem bolluğunun zihinleri karıştırdığı doğrudur.
***
Gerek Cumhurbaşkanı gerek Genelkurmay Başkanı Türkiye’de irtica tehdidinin ciddiyeti üzerine durdular. Bu endişenin gerçek ve geçerli olmadığını söylemek mümkün değil. AKP Hükümeti’nin politik kültür ve felsefesinde dinin ağırlığı da pek inkár edilemez. Yine de, Cumhurbaşkanı’nın, gerekirse hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabileceğini söylemesini yadırgamamak zordur. Anayasamız artık insan haklarına ilişkin uluslararası antlaşmaların önceliğini ve üstünlüğünü kabul etmiştir. Demek oluyor ki Anayasa’nın, kanunların ve içtihatların özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olmasına cevaz yoktur. Cumhurbaşkanı bu noktayı unutmuşa benziyor. Diğer taraftan Cumhurbaşkanı’nın seçilmişler ile atanmışları aynı sepete koymasının parlamenter demokrasi ile ne kadar bağdaştığı sorgulanabilir. Nihayet, Cumhurbaşkanı’nın küreselleşme, yabancı sermaye ve özelleştirme hakkındaki ifadelerinden, Türkiye ekonomisini on yıllarca kıskaç altında tutan ve gelişmesine engel olan devletçiliğe özlemini sürdürdüğü anlaşılıyor.
***
Genelkurmay Başkanı’nın, konuşmasında, TSK’ya yöneltilen eleştirilere cevap vermek ihtiyacını duyması kuşkusuz anlayışla karşılanmalıdır. Bu konuşmada üzerinde durmak istediğim nokta PKK’ya ilişkin ifadeleridir.
Orgeneral Büyükanıt "TSK tek terörist kalmayıncaya kadar terörle mücadelenin sürdürüleceğini ilan etmiştir. Bu tutumumuzda bir değişiklik yoktur" diyor. Ancak,1984’ten bugüne kadar PKK’ya ağır darbeler vurulduysa da, 12 yıl süre ile Kuzey Irak’a elimizi kolumuzu sallayarak girebildiğimiz halde bir türlü tam sonuç alınamadığını hatırlamalıyız. Bugün sırf askeri önlemler yeter mi? Orgeneral Büyükanıt PKK ile ateşkes kavramını haklı olarak reddiyor. Yine de, Öcalan yakalandıktan sonra 5 yıl süre ile PKK saldırılarının durması o kadar fena olmamıştı. O zaman TSK’nın kendisi de artık önceliğin ekonomik ve sosyal tedbirlere verilmesi gerektiğini belirtmemiş miydi?
***
Gerginlik atmosferini dağıtmak için Başbakan’ın yaptığı diyalog önerisi çok yerindedir. Kaçınılmaz olarak aşırı bir üslubu teşvik eden aleni tartışma yerine bir ketumiyet ortamında meselelerin serinkanlılıkla ele alınması isabetli olur. Fakat, unutmayalım, yeni cumhurbaşkanı seçiminin ülkeyi bir buhrana sürüklemesini önlemenin anahtarını da Başbakan elinde tutmaktadır.