2007 yılında çok ciddi bir sarsıntı ve istikrasızlık tehlikesi geçirdik. Kurumlar arasındaki çekişmeler bir ara demokrasinin geleceği konusunda bütün zihinlerde şüpheler yarattı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin hukuka aykırı bir yargı kararı ile önlenmesi büyük talihsizlikti. Geniş ölçüde buna tepki ortamında cereyan eden 22 Temmuz seçimlerinin sonunda ortaya çıkan siyasi tabloda Cumhurbaşkanlığına Abdullah Gül’ün seçilmesi nihayet mümkün oldu. Türban yüzünden sembol algılamalarının doğurduğu gerginlik de bir nevi "beraber yaşama" zımni anlaşması ile kontrol altına alındı. Kuzey Irak’a müdahalenin niteliği ve boyutu konusunda hükümet ile TSK arasında bugün mevcut olan oydaşma ise çok umut verici.
* * *
Yeni bir anayasa kabul edilsin veya edilmesin, Türkiye’de daha uzun yıllar siyasi güç dengesi Avrupa ve Amerikan demokrasisinden farklı olacaktır. Bugünkü arkaik muhalefet partileri ancak yıkıcı muhalefetle işlevlerini yerine getirebilecekleri gibi bir siyasi kültüre saplandıklarından etkinliklerini kaybettiler. Türkiye’nin uzun vadeli sorunları hakkında en ufak bir vizyonları yok. Medya onları biraz ihmal etse hiçbir fonksiyonları kalmayacak. Dolayısıyla önemli olan kurumlar arasındaki ahenk ve kurumların evrimidir. Özellikle yargının büyük bir zihniyet değişikliği geçirmesi, davaların süratle sonuçlandırılması, Anayasamızın artık öngördüğü gibi kararlarını Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadı ile uyumlu hale getirmesi demokrasimizin en etkin garantisi olacaktır. Toplumumuzdaki kutuplaşma, radikalleşme ve şiddet eğiliminin engellenmesi de kurumlarımızın tutumlarına, davranışlarına ve aralarındaki ilişkilere bağlıdır.
* * *
Cumhuriyetin kurulduğundan beri en büyük başarısızlığı kuşkusuz Kürt sorununun çözümü için bir konsept ve bir politika geliştirememesi, çözüm geciktikçe meselenin gittikçe daha müzminleşeceğini bir türlü görememesi olmuştur. Asimilasyon politikasının sonuç veremeyeceği iyice belirdikten sonra dahi entegrasyon politikası benimsenmemiş, asimilasyon politikasına hákim olan düşünce modeli devam etmiştir. Oysa bugün koşullar çok değişik bir yaklaşımı gerektirir, çünkü PKK terörüne rağmen toplumsal dinamik entegrasyon sürecini kolaylaştırmaktadır.
* * *
Terörle mücadelede Kuzey Irak’taki PKK hedeflerine yönelik operasyonlar kuşkusuz Türkiye’nin askeri gücü yanında siyasi gücünü de göstermiştir. ABD hem aktif ve hem de pasif anlamda bizimle işbirliği yapmış, AB ülkelerinden anlayış mesajları gelmiştir. Haklı olduğumuz için böyle hareket ediyorlar diyebiliriz. Ancak uluslararası alanda her haklı olana aynı muamele yapılmıyor. Güçlü olan daha haklı sayılıyor. Her neyse, operasyonların etkisini değerlendirirken 25 ve 26 Aralık tarihlerinde Taraf Gazetesi’nde yayımlanan Yasemin Çongar’ın Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile yaptığı söyleşiyi de göz önünde bulundurmakta zannedersem yarar var. Bakın PKK için Talabani ne diyor: "Türkiye’de ilk kez Kürtlerin kendi partilerine sahip olma hakkını gözeten bir hükümetiniz var. İlk kez DTP ve AK Parti bünyesindeki Kürtler parlamentoda gerçek düşüncelerini söyleyebiliyorlar. İlk kez Türkiye’de Kürtler olduğunu tanıyan ve sorunların parlamentoda çözümlenmeleri gerektiğini düşünen bir hükümetiniz var. Dolayısıyla bu hükümete karşı savaşmanın her türü, bu sürece karşı her askeri eylem kınanmalıdır. Bu terörizmden de kötüdür. Bana bazen soruyorlar: ’PKK’nın eylemleri sizce terörist mi?’ Hayır terörizmden de beter."
* * *
Denebilir ki Talabani daha önce bunun tersini söylüyordu, ona güvenilmez. İyi de PKK’ya yönelik bu sözlerinin PKK, ABD ve AB ülkeleri üzerinde hiç etki yapmayacağı düşünülebilir mi?
2008 yılında yaratıcı politikalara devam edebilirsek bugün aşılmaz gibi gözüken birçok sorunu halletme yoluna gireriz.