Paylaş
Ne kadar yıldızı olursa olsun, eğer sen UEFA Avrupa Ligi’nde finale gitmek istiyorsan ve sen bu kupayı kazanmış Galatasaray’san, İspanya Ligi’nin 13. sırasındaki takıma evinde, seyircinin önünde daha cesur oynamak zorundasın. Kaleni koruyarak savaş kazanamazsın. En iyi savunma hücumdur derler, tabii ki aklını kullanacak bir strateji uygulayacaksın. Atak futbol felsefesini benimsediği söylenen Rijkaard, Madrid’de kaldığından daha çok savunmada kaldı İstanbul’da. Ve de kale düştü.
Reyes’in füzesi
Harika bir ilk yarı geçti. Herkes sandı ki Atletico Madrid uyuyor, G.Saray da onlara ninni söylüyor. Sabırlı olmak Madrid’in oyun planıydı. Galatasaray’ın ne yapacağına dikkatlice baktı. Oyunu çözdü ve ikinci yarıda bambaşka bir Atletico Madrid vardı sahada. Hepimiz Servet’in salladığı ayağın Agüero gibi en tehlikeli oyuncuyu devre dışı bırakmasıyla biraz rahatlar gibi olduk.
Ama ikinci yarı Madrid oyunun ikinci sahnesini oynamaya başladı. Gol lazımdı ve gol için her şeyi yaptı, Tempolu oyun, ayağa derinlemesine hızlı paslar ve bol verkaçla G.Saray defansı arkasına sık sık adam kaçırmaya başladılar. 49. dakikada Leo Franco, Reyes’in ayağından yılan gibi kıvrılarak o topu almasa ve aynı Reyes’in füzesi 52. dakikada direkte patlamasa oyun çok erken bitecekti.
Taçtan gol yedik
Avrupa kupalarında böylesine tecrübeli bir takımın yediği ilk gole şaşmamak mümkün değil. Taç atışından gelen top bir kafa pasıyla Simao ile buluşuyor ve Portekizli futbolcu defansın arasından elini kolunu sallayarak sıyrılıp golü atıyor. Yakışmadı Galatasaray’a. Takımımızın, ikinci yarıdaki Atletico Madrid karışısında bu felsefeyle yapacak fazla bir şeyi yoktu. Birinci yarı uyuyor, duruyor, koşmuyor, yürüyor sanılan Atletico Madrid aslında uyuyan değil, G.Saray’ı uyutan taraftı. İkinci yarıdaki futbola Galatasaray sadece seyirci kaldı.
Ben Rijkaard’ın yerinde olsaydım. Maç tecrübesi yetersiz ve fizik gücü eksik Ayhan’ı oyuna almazdım. Barış ne güne duruyor. Arda’yı asla santrfor oynatmazdım, onun yeri sol kenar. Barış’ı sağa, Keita’yı santrfora çekerdim. En önemlisi gol yememe felsefesini 63. dakikadan sonra bırakırdım. Kendi futbolumu rakibe kabul ettirmeye çalışırdım. Şurası da bir gerçek, bu tür maçlarda 1-1’lik beraberlikle evine geliyorsan, gol yemeyeceksin ve asla eksilmeyeceksin. Caner’in rakip aut çizgisinin 3 metre ötesinde kırmızı kart görmesi affedilir gibi değil.
AL SANA ASİSTAN
HAKEM cesur olacak, adil olacak, gördüğünü çalacak, bayrağıyla veya mikrofonuyla hakemi uyaracak. Dün akşam kale arkasında İtalyan asistan, hakeme ‘Perea elle oynadı penaltıydı’ diyemedi. O pozisyonu görmemesi için gözlerinin olmaması lazımdı. Hakemler 3 iken 4, 4 iken 6 olmuş ne farkeder. Adalet olmadıktan sondra 20 olsa ne değişir.
Tedbirini Arda alacak
TÜRK futbolunun en pahalı, en yetenekli futbolcularından biri, özgüveni tam. Bu saha içinde olduğu kadar sosyal yaşamında da böyle. Fizik gücüyle değil yüksek top tekniğiyle oynayan bir oyuncu. 35. dakikada Keita’nın sağ taraftan yapmış olduğu mükemmel ortaya kale sahası içeresinde sıradan vuruşlarından birini yapabilse belki de maçın akışı değişecek, G.Saray turu geçecekti. Büyük futbolcu, böyle önemli anlarda, bu pozisyonlarda, bu tür maçlarda attığı gollerle büyük oluyor. Oynadığı yer belki kendi yeri değil ama magazin sayfalarına, TV programlarına ve günlük dedikodulara malzeme olduğu günden bu yana futbolunda bir düşüş olduğu da gerçek. Bunun tedbirini Arda alacak.
Paylaş