GALATASARAY’ın futbolunu anladıysam Arab olayım... Hangi oyun felsefesini uyguluyor, ne yapmak istiyor, vallahi billahi bilmece çözmekten çok daha zor.
Dün ön liberodaki Inamoto ile söze başlayayım. Görevi "çengel". Yani top çalmak ama neredee. Rakip Sergie Die, adam hem bilinçli, hem Inamoto’yu marke ediyor, hücumda da arkadaşlarına servis yapıyor. Inamoto mu, seyrediyor.
Koca bir bölüm bitti, Galatasaray rakip kaleye gidemedi. Bir Allah’ın kulu da şut teşebbüsüne girmedi. Gerets’in yaptığı değişiklikleri artık ezberledik. Carrusca çıkacak, Hasan Şaş girecek, Hasan çıkacak Carrusca girecek... Saha içinde bazı oyuncularını, mesela Arda’yı orta sahanın önüne koysa, belki de hiç bir değişiklik yapmadan oyunun akışını değiştiricek. Çünkü Arda, hem ayaklarına hakim, hem ikiye bir yapmasını biliyor ve gole de çok çabuk gidebiliyor.
Mondi iyi çıkardı
Ama Gerets, bunu aklından bile geçirmiyor. Böylelikle ortaya rastgele bir futbol çıkıyor. Birisi uzun top atacak, o kovalayacak, yakalarsa vuracak, birisi ikiye bir yapacak, pozisyona girecek... Dün bunların bile hiçbirini yapamayan bir takım izledim. "Şu futbolcu hakikaten iyi top oynadı. Oyun felsefesi harika ama takım şanssızdı. Öyle bir topa vurdu ki, ahh bu vuruş gol olsaydı" diye yazabilmek için kıvrandım.
Ama bunu yazabilecek tek bir hareket bulamadım. Tüm stadın, belki televizyonları başında maçı izleyenlerin en çok heyecanlandıkları pozisyon, Tomas’ın Mondragon’a verdiği kafa pasıydı. Tomas iyi vurdu, Mondi çok güzel kurtardı(!) O kadar...
Galatasaray’ın bu maçta tek karı, Kayseri’deki zor zemine alışmaktı. Bir de kupada gol yemeden tur şansını ikinci ayağa bıraktı. Kayseri Erciyesspor ise, birkaç tane önemli adamı eksik olmasına rağmen çok iyi mücadele etti. Kayseri ekibinde top oynama isteği vardı, Galatasaraylı futbolcular ise yerlerde kayıyor, Hacivat-Karagöz gibi düşüp kalkıyorlardı.
Ne yalan söyleyeyim, bu kadar yazı yazdım, dünkü maç kadar tatsız, tuzsuz bir maç izlemedim.