Herkesin kafasında, “1996 ve sonrasındaki başarılar bu kadroyla yeniden mi yaşanacak?” sorusu vardı. Peki ne oldu..
Fatih Terim, önce Melo’nun geçen sezon Riera’ya attığı yumruğu örtbas etmeye çalıştı. Daha sonra, ‘af kanununu’ kullandı.
Uzun zaman takımla olmayan Melo hem kendini hem de takımı ‘düşürdü’.
Takım içinde hala ‘beyliğini’ devam ettirmek isteyen Melo, son maçta oynadığı kötü futbolla taraftarların gözünden de düştüğünü iyiden iyiye gösterdi.
Eskiden her şey netti
Herkes, 1996 yılının Galatasaray’ını beklemeye devam ediyor. G.Saray o dönem, birlik ve beraberlik içinde olan, aynı mantaliteyi taşıyan futbolculardan kuruluydu. O dönem takım içinde ‘vızıldayan sinek’ yoktu, tüm oyuncular arı gibiydi.
Florya’da yapılan her çalışmada G.Saray, taraftarları ve medyayla iç içeydi...
Öyle bir oyun ki, futbol kitabında yeri yok... Oyunda ne bir ver-kaç, ne bir kanat çalışması, ne de doğru düzgün bir şut denemesi var. Uzaktan vuruş yapılsa bile gelişi güzel... Orta alan deseniz, savaşan ve düşüp kalkan oyuncu silsilesi...
Hele sahada bir Burak var, en kritik anlarda düşme sevdasından vazgeçmiyor. Hala bu halini düzeltemedi. Artık, “Hacivat, Karagöz” gibi yatıp kalkmayı hafızasından silse ne güzel olur...
Eskişehir akıllıydı
Melo ise bir acaip, top kesmede yok, serviste yok, bunun dışında Selçuk’u oyundan koparmaya da hakkı yok... Eskişehirspor, Galatasaray oyun kalıbını bildiği için önce defansını sabit tuttu, sonra orta alanda rakibini pas hatalarına zorladı, bunları yaparken de Galatasaray şaşırtıldı...
İkinci bölümde Fatih Terim baktı orta alanda Melo’da düzelme yok, “Hadi bakalım yanıma gel” dercesine onu oyundan alıp, Selçuk’un yanına Emre Çolak’ı monte ederek Amrabat’ı sol kanada kaydırdı.
‘İkram’ golü geldi
İşte böylesine bir maçta, birileri hata yapacaktı, Eskişehirspor da bunu yaptı... Kalabalık olan defansta topu uzaklaştıramayan Dede boşta gezen Burak’ın önüne, “Al da, at” topu indirdi. Burak da rakibin bu ikramını geri çevirmedi. Bir tek Emre Çolak hücuma dönük oynayınca takıma hareket getirdi. Selçuk üzerinden ağırlığını atsa da son dakikalarda pek birşey yapamadı.
Karabükspor, Shelton ile öne geçti ancak Orduspor, maçı bırakmadı. Stancu, golcü bir oyuncu tamam ama zaman geliyor kaçırdığı gollerle saç baş yolduruyor. Basit pozisyonları değerlendirememesi, hem takım arkadaşlarını hem de Hector Cuper’i zaman zaman kötü hissettirdi ve kızdırdı. Orta alanda oyun kurma becerisine en çok sahip Ali Çamdalı, Cuper’in de gözdesi. İşte Cuper, bu oyuncuya güvendiği için oyundan geri düştüğünde değişime gitti. Oyuna Barral’ı aldı ve merkez savunmada görev yapan Garcia’yı çıkarıp Ali Çamdalı’nı o bölgeye kaydırdı. Bu hamleyle Orduspor rahat bir nefes aldı ve takım rahatladı.
Orduspor, hücum anlamında zengin bir kadroya sahip. Çabuk, hedefi hemen gören, “Ben giderim, gaz kesmem” yapısındalar. Hasan Kabze yoktu ama ayrı bir vurucu Stancu vardı. Rumen oyuncu, biraz daha zaman ayarlı olsa, daha tehlikeli olacağı kesin. Maç boyu çok pozisyona girdi ve etkili olduğu bir anda da golü yaptı. Ayrıca, Orduspor bu dönemde Spor Toto Ligi’nde zor bulunan bir sol defans oyuncusuna sahip. Atilla, çok yetenekli bir oyuncu. Hem iki ayağını kullanıyor hem de hücumu ve defansı başarıyla yönlendiriyor. Üstelik 20 yaşında ve ancak tecrübeli oyuncularda bulunabilecek oyun bilgisine ve becerisine sahip. Son olarak, kim ne derse desin Cuper oyunu çok iyi okuyor. Takım nerede eksik, nerede az iş yapıyor, anında tespit ediyor. Deneyimli hoca, oyunda yalnız bir değişim yaptı ve bir puanı aldı.
Braga öyle bir üçgen kurmuş ki, defansı huni gibi. Orta alanda duvar örmüş gibi... Geçit vermiyordu. Amrabat sağ kanatta, “Ben sizi rahatsız edemiyorum” diye bas bas bağırıyordu. Ne bitirici orta, ne rakip geçme, ne Eboue’ye yardım. Her şey pes etmiş durumda. Burak ve Umut Bulut ise hedefe gitme duygusundan tamamen uzak...
Orta alanda önceleri Melo ‘Biraz ışık yakayım’ dedi. Daha onun da pili bitti. Işık, karanlığa dönüştü. Serbest atış oluyor, duran topların kralı Selçuk kullanmak istiyor, Burak “Hayır benim” diyor. Ve tabii ki başaramıyor.
Terim, kendiyle savaştı
Fatih Terim, bunları görüyor. Kan ter içinde kalıyor. Futbolcularını ikaz edeceğine, dördüncü hakemle, orta hakemle adeta savaşa giriyor. Sonra malzemecilerden, terini silmek için havlu istiyor. Her yerde basıp, oyun kurmak isteyen, hücumda bulunan arkadaşlarına pozisyon hazırlamak isteyen Emre Çolak, dün geceki maçta sahanın en iyilerindendi. Geride Dany ve Semih Kaya, dayanma gücünü kullandıkça, kullandı. Ancak onların da gücü bir yere kadar yetti.
G.Saray kendine göre; “Ben, Braga’yı yener, yoluma devam ederim” dedi. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Beraberliği yakalamak için gitti, geldi ama sonuç yoktu.
G.Saray, kendi kendisini yendi...
Başta söylediğim gibi “Ağlar, gezerim sahili” şarkısını söyleyip durdu.
Sorumsuzluk, ne tiyatroda, ne de futbol sahalarında kabul edilemez. Oyuncu, her rolü yapacak, alkışını alacak ve soyunma odasına, terleyip gidecek. Oyuncular, “Ben ne yaptım” diye düşünmek zorunda... Eğer hatalarını bir daha tekrarlarsa ve bundan da lehine sonuçlar bekliyorsa, yanılıyorlardır.
Aynı tas, aynı hamam
Dün herkesin aklı, düşüncesi Galatasaray’ın iyi futbol oynayıp, oynayamadığındaydı. İlk devrede, Galatasaray neleri yapamadı, sıralayalım...
Orduspor kalesine gitti mi? Yok.
Melo, Amrabat ve Hakan? Hiç yok.
İkinci bölümde, perde açıldı. “Galatasaray, Orduspor’u evirir, çevirir yener” düşüncesinde olanlar yanıldı. Baktık, aynı tas, aynı hamam.
Galatasaray yoktu
Fatih Terim, Ordu sularında batacağını anladı. Makine dairesine iki değişiklikle, iki kuvvet daha verdi. Pistonlar çalışmadı. Gemi su almaya devam etti ve baştan sona kadar battı... Biz Galatasaray yazıyoruz ama Hector Cuper dersini çalışmış. Kurt hoca... Takımında kötü oyuncu yok. Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Bütün takımın birliktelik ve uyumu çok iyiydi. Kısacası; Galatasaray yoktu, Hector’un talebeleri vardı.
Üç büyük kulüpler haftayı üç puanla kapatmayı da başardı. Bakalım kimler renkli, kimler renksiz oldu.
Amrabat(Galatasaray): Antalya'da Galatasaray'ın akıllı bir hareketle kapıyı açtı. Şahsi oyun dışında defans anlayışını da kazanma yolunda. Artık Fatih Terim'in yavaş yavaş istediği futbol - oyun kalıbına uyma yolunda.
Fernandes(Beşiktaş): Her hafta renkliler içinde olmadan vazgeçmiyor. Adam kafa toplarına çıkıyor, ikili mücadelelerde, hep ayakta kalıyor. İstediği gibi oyun kuruyor, Beşiktaş'ın direği. Bir çok takım böyle bir oyuncu bizde olsa diye ne hayaller kuruyorlar.
Bamba(Trabzonspor): Oyun boyunca her pozisyonların içinde kendisini gördük. Canı sıkıldı Sivas ceza alanına girip karıştırdı, zaman geldi oyun kurdu, zaman geldi defansın kahramanı oldu.
Uche( Kasımpaşa): Kasımpaşayı adeta sırtladı götürdü. Gaziantepspor dahil sahanın en iyi oyuncusuydu. Bugünün futbol tarafında bir numara olarak gözüktü.
Batalla( Bursaspor): Lig de kötü oynadığı maç yok. Yalnız Avrupa serüveninde kendisini göstermedi.. Karabükspor karşısında hem golleri attı hem de diğerlerine yardımcı oldu.
Webo(İstanbul BŞB): Akhisar takımını resmen tek başına dağıttı. Rakip bu oyuncu tutmakla zorlandı durdu. Rengi gibi renklilere girdi.
Eskişehirspor:
Galatasaray, Antalya yarı alanında...
Umut ile Elmander rakip ceza sahasına sürekli ‘gidiş-geliş’ bilet almış gibi...
Selçuk İnan, ‘sinsi’ bir şekilde üçüncü kol olarak fırsat arıyor. Felipe Melo ortalarda dolaşıyor. 35’lik Cris ise, ‘sağlamcı’...
Bunların haricinde biri daha var, ‘gözleri fal taşı gibi olan’ Amrabat. Antalya kalesine uzak bir bölgeden Galatasaray taç atışı kazanıyor...
‘Gözleri fal taşı gibi olan adam’ Amrabat, Antalya defansının uykuda olduğunu görüp uzun bir taç atıyor. Elmander’in karşısında kaleci Sammy var. Zor bir pozisyon değil, o da gereğini yapıyor...
Hücum emri verildi
Bu dakikaya kadar maç, öyle ahım şahım bir şekilde oynanmıyordu. Antalyaspor ise, bir iki duran topta heyecan verdi o kadar...
F.Bahçe’de forma giymek istiyordum ama ortada bir hata vardı. Karagümrük ve Fenerbahçe’ye imzalar atmıştım, oynama şansım yoktu. Ancak o zaman Balkan Kupası’nda ve özel maçlarda oynayabildim...
Sezon sonu geldi. Gençlerbirliği’nde oynayan Salim Fenerbahçe’ye geçecek, ben ise Gençler’e transfer olacaktım. Ve Gençlerli oldum...
Gelelim esas konuya. Kamplar, idmanlar derken sezon açılmıştı. Sırada Galatasaray maçı vardı. Heyecanlıydım... Rahmetli Metin Oktay Ağabey’in son senesiydi. Oyun başladı ve öyle güzel bir kafa golü attı ki, saha içinde ben hayran kaldım. Daha sonra bizim takımın orta alanında oynayan Burhan Sözer de bir gol atınca skor eşitlendi. Dakikalar su gibi akıyor, yağmur sağanak halinde yağıyordu. Oyunun sonlarına doğru serbest atış kazandık. Topun başında Burhan vardı. Yaptığı ortaya ben öyle güzel yükselip kafa vurdum ki, kaleci Nihat Ağabey şaşırıp kalmıştı. Top filelerdeydi...
Omzumdaki o el
Maç bitmişti, bizde sevinç Galatasaray’da hüzün vardı. Soyunma odasına giderken omzumda bir bir el gördüm. Baktım Metin Oktay geldi, “Küçük, gel sana bir sarılayım. Attığın golü gördüm, zamanlaman harika idi. Gel seni bir öpeyim” deyince benim gözlerim doldu...
Zaman su gibi akıp gitti... Metin Ağabey futbolu bırakmıştı, ben de sonraları bıraktım ve Milliyet’te spor muhabirliğine başladım. Metin Ağabey de bizim gazetede İzmir yazarıydı. İzmir’e gidince beraber olurduk. Kendisinin duruşu ve yürüyüşü bile bir başkaydı. Caddelerde hayranları hep sıraya girerdi...
Bir gün Fatih Terim telefon açtı. Adana usulü, “Baboş, Galatasaray adasında Metin Oktay ile bir gece yapmak istiyoruz. Sanatçıları arayalım da neşeli olsun” dedi. Vahdet Vural, Huri Sapan koşa koşa geldiler. Metin Oktay halk müziği hayranı olup, Atatürk’ün sevdiği Rumeli türkülerini çok severdi. Huri Hanım da onun en sevdiği şarkıyı okumak için sahneye çıktı... Metin Ağabey, “Kırmızı gülün adı var” şarkısını duyunca hemen kendisini sahneye attı. Gece, onun gecesiydi...
Tacı Hakan Şükür’de