Bir de rakibine. Yukarıda saydığımız unsurların hiçbirine sahip değil. Peki nasıl oluyor da, Karabük kazanıyor, G.Saray kaybediyor? Anlatalım...
Büyüklüğünüzü ancak oynayarak gösterirsiniz, düşerek, itiraz ederek değil.
“Ben” değil, “Biz” ruhuyla zafer kazanırsınız.
Daha oyunun başında bu iki özellikten yoksun olduğunu gösterdi Galatasaray. Savunma lodosa tutulmuş bir vapur gibi sallanıyor, açık üstüne açık veriyordu. Cris hata zincirinin en zayıf halkasıydı. Sadece bireysel hatalar değil, Dany ile birlikte yaptıkları hamleler de Karabük’e şans veriyordu.
DERS 1: İki merkez savunma oyuncusu birbiriyle uyum içinde oynamalı. Cris ile Dany bırakın uyumu aralarındaki mesafeyi bile ayarlayamadılar.
DERS 2: Savunma oyuncuları sadece kendi bloklarıyla değil, orta alanla da iletişim içinde olmalı. G.Saray da bu uyum da yoktu.
Sürprizzzz
- G.SARAY karşısında deplasmana gelen, kapanan klasik bir Anadolu takımı bekliyordu.
Yarışmalar sonrasında önce hakemler neler yaptı diye her kesimden sesler yükselir oluyor.
Eski hakemler kendi yaptıklarını unuttular, görev yapan meslektaşlarını acımasızca yerden yere vurup duruyorlar...
Hakemde bir insanoğlu, hata yapmayacak mı? Tabii ki yapacak. O penaltıydı, verilmez, kimine göre "buz" gibi penaltı, kimine göre "bak bak orda bir yanlış davranış yok arkadaş, onun sol ayağı rakibin sağ ayağına basıyor, bir kez daha geri alalım gördünü mü? Evet gördük" diyerek bir harala göröle gidip duruyor. Maçları televizyonlarda izleyen halk sanki hiç bilmiyor, oda görüyor kendine göre de yorumunu getirebiliyorlar....
Yine de devam ediyor ama son haftalarda izlediğimiz hakemler bir "çağ" atladığını oynanan maçlarda gördüm...
Neydi bunlar:
1- Öyle ufak arızasız pozisyonlara yol veriyorlar.
2- Hacıvat, karagöz gibi yere kendilerini atan futbolculara prim tanımıyorlar.
3- Yersiz bir şekilde itirazlara kart çıkarmaya başladılar.
Bunun dışında topu yönetirken de, bastığın zeminin alanlarını nasıl kullanacağını bilmek gerekir. Bu bağlamda dün akşamki Mersin İdman Yurdu-Galatasaray maçında bazı oyuncuları, futbolun şu ‘olmazsa olmazları’ üzerinden değerlendirebiliriz:
Oyunun değerini anlama.
Çabuk, akıcı hareket.
Teknik ve mükemmelliyetçilik.
Hayal gücünü kullanmak.
Macera ruhunu yaşamak.
Burak, Umut’a yol verdi
Bunları sahada uygulayanlar ise şu isimlerdi;
- Biz daha ölmedik ve bu yola baş koyduk.
Ama tek başına bir slogan maç kazandırmaya yetmez. O sloganının içini doldurmalısınız. Bunun için de;
1- Yarışmanın değerini anlamanız..
2- Hızlı ve akıcı hareket etmeniz...
3- İçinizdeki ruhu tüm sahaya yansıtmanız gerekir.
Galatasaray karşılaşmaya tüm bu unsurları sahaya yayarak başladı.
Maçın ilk yarısında 3 puanı kazanacak takım belli olmuştu bile. G. Saray’ın üst düzey takımdaşlık duygusu ve yardımlaşma ruhu, Cluj’u çaresiz bırakmıştı.
- O takımın ruhunu oluşturan teknik heyetin hepsi bunları yaşadı.
- Ligde gördüğümüz Galatasaray, Avrupa liglerine ayrı bir şekilde konsantre oluyor.
- Terim hiç bir zaman oyuncularına ürkek olmayacaklarını aşılamasını bilen bir teknik patron...
Galatasaray nasıl oynayacak?
Bir kere oyun felsefesini hiç değiştirmeden, acele oynamamalı. Selçuk İnan'nın görev bölgelerini iyi kullanmak için yersiz yerlerde adam kovalamadan, oyunu takip etmeli ve saha içi yönetmenliğine soymalı. Eğer kullandığı topları Burak Yılmaz'ın koşu yolarına bitirici bir şekilde atabilirse bu iş biter. Ama bir de Burak Yılmaz'ın telaşlanmadan hedefi bulabilmesi gerekiyor.
İkinci silah ise Umut Bulut...
Sahneye çıkan bir sanatçı rolünü iyi oynarsa beğenirsiniz... Şimdi ben Bursaspor maçında, bu oyunu iyi ve kötü oynayanların reçetesini çıkartmak istiyorum. Kazanma duygusunu taşıyan veya taşımayan kişiler kimlerdi?.. Kasımpaşa’da Djalma... Sağ alandaki kulvarı kullanma düşüncesiyle kendisine büyük bir artı puan kazandırdı...
Bursaspor’da ise aynı alanda oynayan ve göze çarpanların içinde yer alan Vederson’u, ikinci bölümde yanına oturtursan kazanma duygusunu kaybedersin... Bir teknik adam olarak arızanın yalnız orada olduğunu düşünürsen Ertuğrul Sağlam gibi yanlışa düşersin. Kötü gidişin devam eder, sen devamlı arayışa girersin, bir kahraman arar durursun ama bulamazsın.
Bazı futbolcular da yaratıcıklarını kullanır. İşte Özer... Oyunun büyük bölümünü iyi kullandı ve yaratıcılığını gösterdi. Bursa’da ise Pinto yok olup gitti.
Gelelim defanslara... Kasımpaşa’da Yalçın sigorta gibiydi. Bursa’da aynı yerde oynayan İbrahim’in gergin oluşu kendisine zarar verdi. Hele hakeme itarazı sonrasında sarı kart görmesi çok yanlış.
Futbol bu... Deplasmanda oynayan takım kazandığı zaman sevinecek, sahasındaki takım ise kendinin iyi oynadığı sanıp, “Yok efendim, hakem bizim penaltımızı vermedi, yanlış düdükler çaldı” diye isyan edecek... Ama yanlışların faturasını hep üç veya dört kişiye kestirip atarsanız bir yere varamazsınız. Kasımpaşa, takım olarak Bursasapor’u iyi okumuş, dersini çalışıp hatalarını ezberlemiş... Zaten bu maç için de başka söze gerek yok.
İstanbul BŞB, Galatasaray gibi, Galatasaray da İstanbul BŞB gibi oynuyordu.
Topa sahip olan, paslaşan, rakip sahaya yerleşen İstanbul BŞB takımıydı.
Kapanan, deplasman takımı görüntüsü veren ise Galatasaray.
Bu görüntü ve futbol ev sahibini öne geçirir diye düşünürken gol G.Saray’dan geldi.
Geldi ama nasıl?
Hazırlık pasıyla oluşturulan, organize bir ataktan değil.
Rakip savunmanın yerleşim hatasından.
1-Kulübü yöneten başkan.
2-Takımı yöneten teknik direktör.
Galatasaray saha içinde, yani Fatih Terim başkanlığında ligin zirvesinde, lider. Ve yarışma devam ediyor.
Terim’in kadrosunda her biri sözleşme yapmış, 25 oyuncu var. Bu oyuncuların hepsi sezon içinde hazır olmak zorunda.
Onlar oynamak için kendilerini hazır tutarken, Fatih Terim de adil olmak zorunda.
Forma dağıtmak, takım içinde adalet dağıtmakla eş anlamlıdır çünkü.
Hiç bir oyuncunuza, farklı davranamazsınız. Futbolcu o farkı hissettiği an, o duygu bir virüs gibi dağılır tüm takımın hücrelerine.