- İngiltere Premier Ligi’nin heyecanı bambaşka...
Bu heyecan zaman zaman bizde de yaşanıyor.
Sadece futbol mu? Tabii ki hayır, hakem yorumları bile o seviyeye ulaşıyor. Beşiktaş-Eskişehirspor maçını izlerken Barış Şimşek’in oyun okumasına, avantajları uygulamasına (ilk yarının sonundaki o pozisyon hariç) hayran oldum...
Yalancı düşüncelere ve düşüşlere asla aldanmadı. Pozisyonları yakından takip etti ve mükemmele yakın bir mücadele izlememize yardımcı oldu. Hakem böyle olunca, Beşiktaş ve Eskişehirspor da “tıkır tıkır” futbol oynadı. Tempoları, çabuk oynama istekleri, topsuz alanları kullanmaları, karşılıklı kazanma duyguları ortaya güzel bir futbol çıkardı.
Haftalardır kazanmaya alışkın bir takım Beşiktaş. Ve bu özgüveni her hafta giderek yükseliyor.
Doğru yoldalar mı, evet? Ama eksiklerinin olduğu da bir gerçek. Son 8 dakikada Eskişehir’e puan kaptırıyorsa Beşiktaş, bunun sorumlusu o özgüven yüksekliğinden kaynaklanan sorumsuzluk. Tek şeye ihtiyacı var Beşiktaş’ın, zamana.
BİR PORTRE: OĞUZHAN
BEŞİKTAŞ’ta Fernandes’in yokluğunda gözler Oğuzhan’ın üzerindeydi. Eskişehirspor defansının arasına sızdı, verkaçlarla rakibi oyundan düşürdü, zekasıyla Beşiktaş’a düşünce ve hamle zenginliği getirdi. Oğuzhan’ın pek sık rastlamadığımız çok güzel özellikleri var:
Fatih Terim’in oyun içerisinde hangi futbolcusuna kızdığını bilemem ama bence sahadaki futbolculara sorulsa, onlar da kendi futbollarını beğenmemiştir.
İyi olan birkaç ismi saymak gerekirse; Semih, Eboue ve Emre Çolak derim...
İlk yarıdaki performans bunu gösteriyordu.
Terim baktı bu iş böyle gitmez, ‘Takımı hedefe götürecek adam lazım’ diyerek soyunma odasına gitti ve oyuncu değişikliğine gitti.
İkinci bölümde Fatih Terim geride olduğu için devamlı saatine bakıyordu. Terim’in ikinci bölümde bir şeyler yapması gerekiyordu.
Sonra neler oldu?
Bu oyun yetmeyebilir
Fatih Terim, baktı ki Elmander’den bir şey olmuyor, Aydın’ı oyuna sürdü, kanatları genişletti.
RENKLİLER
Kuyt(F.Bahçe): Kayserispor karşısında takımına bir puan aldıran golü atarken, pozisyonun zorluğuna rağmen yaptığı aşırtma vuruş mağlubiyeti önleyen kişi oldu.
Bobo( Kayserispor). Haftalardır gole hasret kalan Kayserispor taraftarlarını uzun zamandan bu yana özlem çektirdi. Bobo'nun uzaktan vurduğu top, hem sert, hem isabetli oluşu taraftarları güldürdü, sevindir ancak oyunun sonlarında üzdü.
Holmen:(İstanbul BB):
Sağ kulvardan girdi olmadı. Sol kulvarı denedi tıkalı. Emniyet şeridini denedi, çıkamadı. İstediği gol yollarını bulamadı. Direksiyonun başında Selçuk İnan vardı. Oyunu bir sağa, bir sola yönlendiriyor, Antep savunmasının verdiği tüm açıklara topu gönderiyordu. Kanatta Hamit bu topları kullanırken, Ambarat duvara çarpıp geri dönüyordu. Onun bu çaresizliğini Riera kapamaya çalışıyor, bir ileri bir geri çalışıp duruyordu. Fatih Terim, çareyi Amrabat ve Umut’u kenara çekmekte buldu. Engin ve Elmander’e “Sahaya” dedi.
Umduğunu buldu mu, derseniz yanıtım koca “Hayır” olur. Peki neleri eksikti G.Saray’ın... Sayalım..
Bir yanda paralarını tıkır tıkır alan G.Saraylı oyuncular... Diğer yanda ise yaşadıkları ekonomik sıkıntıyı ancak idmana çıkmamakla protesto edebilen çaresiz bir rakip.
Gaziantepsporlu oyuncuları ve Hikmet Karaman’ı hem mücadeleleri hem de inançlarından dolayı tebrik ediyorum. Onlar kocaman bir alkışı hakediyor.
Bunları dile getirdikten sonra şimdi bir de G.Saray’daki olumlu yanlara göz atalım.
OLUMSUZ
- Melo’nun öfkesi ve en kritik anda takımı 10 kişi bırakması.
Her yıl olduğu gibi sezon başında bir form grafiği yakalıyor, zamanla inişlere geçiyor...
Bu anlar kimden kaynaklanıyor... Teknik direktör Hector'dan mı, acaba oyuncuların gevşekliğiniden mi?
Takım içinde sorunlu, iş güvenliğini benimsemeyen, rehaveti çabuk yakalamak, heyecanlı bir ruh içinde olmayan bazı futbolcular var...
İşte Orduspor'un başta gelen sancıları...
Merkez savunmada her zaman değişim rüzgarları esiyor...
Agustin iyi bir fiziğe sahip olmasına rağmen, çabuk açık veriyor, adam kaçırmada baş rolü oynuyor...
Orta alanda zamanla Ali Çamdalı oyunu okuma sanatını üstleniyor, zamanla da defansta yer alıyor...
Klasik bir orta saha futbolu.
Ama sahada yırtınan, didinen bir futbolcu var. Kulübede bekleyerek bir ömür geçiren ama asla pes etmeyen ve sonunda formasına kavuşan Riera.
Öyle bir orta yapıyor ki, orta değil aslında gol atıyor. Yekta’ya sadece dokunmak kalıyor. Bu dakikadan sonra Elazığspor da bitiyor. Sınırlı bir gücü var zaten ev sahibinin.. Golle birlikte o gücünü de yitiriyor.
Ve ikinci yarıda sahadan silinip gidiyor zaten. Ama G.Saray bu... Pozisyon bulmakta zorlanan Elazığspor’a, savunmasıyla yardım ediyor.
Kaptırdığı basit toplarla 3 puanı riske ediyor.
Ve sonunda başarıyor da..
Muslera’nın kırmızı kartından sonra kaleye geçen Melo’nun kurtarışı olmasa 3 puana ulaşmak mucize olacak.
Olumlu
Rakibin eksik olması, yıldızlarının kadroda bulunmaması bir avantaj değildi. Değildi çünkü bu takımda oynayan tüm futbolcular hep aynı düzende oynamaya alışık futbolculardı.
Bu genç ve dinamik ekip karşısında G.Saray yapması gerekeni yaptı:
Kanatları kullanması gerekiyordu, KULLANDI.
Orta alan, forvet hattına destek vermeliydi, VERDİ.
Dirençli, agresif bir futbol sergilemeliydi, SERGİLEDİ.
Bunlar oyunun tek yönünü ifade ediyordu. Yani gole ulaşmayı. Ama bir de bu karşılaşmanın savunma yanı vardı:
Orta alan ve savunma arasındaki bağlantılar ve pas alışverişleri mükemmele yakındı.
Hakem ilk yarının bitiş düdüğünü çaldı. Bu zaman dilimi içinde Trabzonspor ne yaptı? Hiç birşey... Sanki Orduspor alanı mayınlarla donatılmış gibi adım bile atmadılar.
Orduspor mu?
Doğrusu Hector Cuper ile dersine iyi çalışmışlardı. Devamlı Trabzonspor kalesine indi. Defansta, Ali Çamdalı, Agustin, sağında oynayan Garcia ve Serhat ile aralarındaki bağlantılar halat gibi sağlamdı.
Orta sahada oynayan Nizamettin ve Kamil, kenarlarda oynayan Monje ve Umbides’in aralarındaki pas alışverişi iyiydi. Ancak bu iyi alışveriş golü getirmedi.
AKILLI DEĞİŞİM