Paylaş
1923 yılının ocak ayında Gazi Mustafa Kemal Paşa’mızın validesi Zübeyde Hanım, İzmir Karşıyaka’da vefat etti. Cenazesine bölgenin mülki amirleri ve İstiklal Savaşı’nın kumandaları başta olmak üzere hemen bütün İzmirliler katıldı. O devirdeki nüfus yoğunluğu itibarıyla görülmemiş, bir kilometreyi geçen bir cenaze katılımı varmış.
YETERİNCE İNCELENMEDİ
Zübeyde Hanım bizim yakın tarihimizdeki biyografilerde yeterince ele alınmış değildir. Üzerinde güvenilecek kaynaklar Halide Edib Hanım’ın kendisini tasviri, kızı Makbule Atadan’ın hatıratı, üstad Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”ıdır. Şüphesiz ki Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın, Abdurrahman Çaycı gibi tarihçilerin eserlerini de unutmamak lazımdır. Öte yandan Zübeyde Hanım ve Atatürk’ün ailesi üzerindeki spekülasyonlar, art niyetli yazılar Dr. Rıza Nur’dan başlayarak devam eder. Hepsinin ortak özelliği çelişkiler ve edeb dışılıktır.
Makedonya’ya Anadolu’dan yerleştirilen sürgün Türklerin oldukları anlaşılıyor. Karaman Beyliği yöresi; yani bugünkü Konya, Isparta, İçel’in dağlık kesimleri, Niğde-Aksaray gibi bölgeler Osmanlı’nın pek huzur duymadığı Karaman Beyliği halkından oluşur. Devlet ve hanedanla gerginlik dolayısıyla yeni fethedilen topraklara Karaman ahalisinin yerleştirilmesinde hem Rumeli’nin bayındırlığı ve ümranı hem de Anadolu’nun sükûneti açısından büyük fayda görülmüştür. Kıbrıs fethedildiğinde de aynı politika uygulandı ve Toros Türkmenleri önemli miktarda oraya yerleştirildi. Bu daha iyi biliniyor çünkü devir 16. asır sonudur ve kayıtlar düzgündür.
Büyük Atatürk’ün, baba ve anne tarafından Anadolu’dan geldiği resmi biyografidir ve gelişen, araştırılan belge bilgileri bunu gösteriyor. Onun Makedonya’da doğmuş olması Makedonya için bir iftihar vesilesidir. Gittiği idadide büstü var. Büyük Makedonyalılar arasında sayılıyor. Zübeyde Hanım’ı da Türk halkı candan benimsemiştir. Bir vatan kurtarıcısının, büyük komutan ve devlet adamının annesidir. O dönemin bütün Türk kadınları gibi hem çocuklarının dünyaya açılışını destekliyor, tasvip ediyor hem de kendi ananeleri ve itikadının içinde kalmayı tercih ediyor.
ENDİŞE KAYNAĞIYDI
O devrin muharib subayı, ailesi için hiç de huzurlu bir kariyer takip etmezdi, edemezdi. Hele Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki genç bir başarılı kurmay subay, onu dört gözle bekleyen anası için devamlı bir endişe ve özlem kaynağıydı. Devrin şartları gereği erken yaşta hayatına kaybeden kardeşleri ve şimdi de Sevgili Mustafa’sının izlemek zorunda olduğu hayat ve siyaset çizgisi herhalde annesini bir tevekküle ama devamlı bir endişeye de maruz bıraktı. Nilgün Kara’nın Zübeyde Hanım’ın hastalık ve ölümü üzerindeki çokça başvurulan bilimsel raporu bu gerçekleri anlatıyor.
İSTANBUL’UN HAFRİYAT TOPRAĞI SORUNU
İstanbul’un il sınırlarının içi doldu. Komşu illerin, Kocaeli gibi yerlerin ilçeleri -misal Gebze- bütün gün buraya taşınıyor. Çorlu, artık uzak sayfiye kasabası değil İstanbul’un günlük hayatına dahil bir kalabalık kent durumunda. Şehir surları içinde boş alan yok. Arazi fevkalade kıymetlendi, bir yandan da acayip gökdelenler yükseliyor. Temel hafriyatı kocaman dağlar kadar. Bunları taşıyan kamyonlar bir büyük şehrin yaşam usulüne aykırı olarak 24 saat trafikteler. Hamla başı (yük) iş görüp yevmiye aldıkları için son sürat geziniyorlar. Mahkemeler bunların yaptığı kaza davalarıyla dolu, aldırış edilmiyor. Çıkan hafriyatın toprağı için dökülecek yer aranıyor. İstanbul arazisinin, taşı toprağı altın değil, artık zümrüt olan, platin olan bu memlekette, arsa sahipleri de eskisi gibi değil; gözü kulağıyla malının üzerinde. Hafriyatın döküleceği alanlar artık endemik bitkilerin ve eski eserlerin bulunduğu güzel manzaralı vadiler...
BUGÜNKÜ MİMARLARA BENZEMEZ
Utanmazlık o dereceye kadar vardı ki Roma devrinden veya Mimar Sinan’dan kalma sukemerlerine dahi zarar veriliyor. Mimar Sinan büyük bir adamdır; büyüklüğü uzun tatbiki eğitimine dayanır. Bugünkü mimarlara benzemez. Bulunduğu Kapadokya yöresinde duvar örmeyi ve kalfalardan inşaat sanatını tanımıştı, buluğ çağında devşirildi. Genç yaştaki devşirme daha Yavuz Sultan Selim devrinde ordunun mimarlar ocağına alındığı için bu büyük imparatorluğun üç kıtadaki büyük eserlerini gözleyen, tetkik eden bir uyanık delikanlıydı. Bütün hayatı da aynı şekilde devam etmiş; 90 yaşlarında minareleri inip çıkan, köprülerin üzerinde teftiş yapan bir baş üstattı. Mimar Hayreddin gibi, Sedefkâr Mehmed Ağa gibi maiyyetinde yetişen mimarlar onun en vefakâr izleyicileri oldu.
Mostar Köprüsü, Sultanahmet Camisi, Ankara’daki Cenabi Ahmed Paşa Camisi, Tırhala’daki cami ve çarşı onun sisteminde ortaya çıkmış bazı eserlerdir. İmparatorluğun merkezi bir nafia (bayındırlık) merkezi gibi bir mimar, birinci sınıf mühendis. Sırf bizim topraklamamızda değil, bütün Rönesans dünyasında bu konuda herkesle yarışır ve geçer. Eski Roma’nın; vadileri, dağları geçen ve suyu kaynağından eşit zaviyede şehirlere getiren aquaductus (su yolu) sistemini iyi etüt etmişti. Kavala’da, İstanbul’da bunu görüyorsunuz. Eğer Fatih ve Kanuni, şehri fetihten sonra sarnıçlarla geçinmeye mahkûm bir şehir olarak bırakmak istemiyorlarsa İmparator Valentinianus’ten beri (5. asır) var olan eski ama artık yetersiz kalan sistemi geliştirmek zorundaydılar. Fatih’in tatbik ettirdiği bu sistemi Mimar Sinan sonradan en âlâsından geliştirdi.
Deliklikaya Kemeri’nin planı.
KEMERLER TEHLİKE ALTINDA
Bugünkü Yunanistan’ın Kavalası’ndaki sukemeri onun eseri, görenler yanılarak Roma sukemeri (aquaductus) zannediyorlar. İstanbul’un etrafındaki Kırkceşme suyunu dağıtan Deliklikaya’daki kemer hatta Kemercountry olarak isim verilen bölgedeki kemerler, mesela Molova, bilhassa alt kemerleri itibarıyla tehlike altında. İnşaat şirketlerinin cürufunu dökecek herifler buralara yükleniyorlar. Kamyon geliyor, Deliklikaya denen bölgedeki kemerlerin üstüne toprağı döküyor. Döktüğü yer cürufla şişiyor, örtülüyor; ardından üstüne hafriyat toprağı bir daha dökülüyor. Utanmasalar yakında üstüne yol da döşerler, apartman da yaparlar. 50 yıl sonraki İstanbul’un ne olacağını anlamak için artık jeologlara müracaat etmek gerekecek.
Fotoğraflar Twitter’daki @selimkeskin hesabına aittir.
Son facia, Twitter’da @selimkeskin’in tespiti ve takibiyle ortaya çıkan bir durum; Deliklikaya’daki sukemerlerinin; aquaeductusların tamamıyla cürufla doldurulması. Bu kamu kurumlarının ve şirketlerin ortak yolsuzluğudur. Etraftaki ahaliye de, (bizimkilere hiçbir şekilde “şehr-i şehriyarı hemşerileri” demek mümkün değil) bunu önlemek düşer ama ilgilenen yok. Bu bir bilinç meselesidir. Sevimli ve bilinçli Z kuşağı olgunlaşma çağında, bizler için neler diyecekler tasavvur etmek bile istemiyorum.
GEÇMİŞ OLSUN MERAL AKŞENER
Bu memlekette muhalif muvafık herkesin üzerinde birleşeceği bir gerçek var; Dr. Meral Akşener’in siyasi hayatımıza girişi, bizim için kazançtır. Hiç şüphesiz ki perşembe akşamı duyduğumuz haber bir şoktu. Allah’tan meselenin basit bir taşikardi (tachycardie) olduğu ve kendisinin çok çabuk bir müdahale ile ayağa kalktığı anlaşıldı. Herhalde kısa bir dinlenmeden sonra (ama gerçek bir dinlenme) siyasi faaliyetlerine bütün enerjisi ve süratiyle devamı candan temenni edilir. Şifalar olsun.
Paylaş