Paylaş
Zonguldak’ın Çaycuma ilçesi, Kadıoğlu köyünde bulunan Roma villası ve mozaikler söz konusu. Çaycuma, Filyos Çayı’nın ağzında art ülkeyle Karadeniz üzerinden bağlantı kuran bir bölge. Bu çayın etrafında bir yandan Bartın ve Amasra, bir yandan Çaycuma, 19. asırda bile Rusya ile ticaret yapılan yerlerdi. Roma eski çağda sulhun yaygınlaştığı, hatta şehirlerin etrafındaki surların anlamını yitirdiği bir imparatorluk, hatta hakkıyla Pax Roman (Roma Barışı) adını kazanan bir düzene sahipti.
TÜKETİMİN FIŞKIRDIĞI YER
Küçük Asya kıtası her bir yanıyla hem kazanan tüccarların hem bereketli toprağın ürününü devşiren lordların, büyük orduların ve idarenin başında oturan yöneticilerin haklı veya haksız elde ettikleri kazançlarla, bütün imparatorluk çapında tüketimin fışkırdığı bir yerdi. Zeugma’nın tüccarları, eski ordu generalleri ne kadar zenginlik elde edip villalarının mozaiklerini, mezarlarındaki lahitleri Roma’daki sanatçılara ısmarlıyorlarsa, bu bir ölçekte Karadeniz’in Paflagonya, yani eski Kastamonu eyaletinde de söz konusudur. Paflagonya eyaletinin insanları zenginiyle, fakiriyle edebiyat konusuydu. Bugünkü Taşköprülüler ve Kastamonuluların fakir köylü ve zanaatkârlarından sarımsak kokulu Paflagonlar diye bahsediyorlar. Ama Roma kültürünün Karadeniz uzantısıydı aynı zamanda...
ZEUGMA’YLA YARIŞACAK DÜZEYDE
Sinop’tan ve Amasya’dan da coğrafyacılar ve tarihçiler bile çıkıyor. Hekimlerin yurduydu. Nihayet Zeugma mozaikleriyle yarışacak bir mozaik bahçesi daha bulunmuş. Konular hep aynı; mitoloji. Mitolojinin içinde Akhilleus, Troyalı Hector, Tanrıça Kibele ve Tetis. Zeugma’dan Ephesos’a, Ephesos’tan Çaycuma’nın yeni buluntularına kadar benzer şeylere rastlanıyor. Bunlar üzerinde kazılar acaba yavaş mı gidiyor yoksa ilgilenilmiyor mu? Arazi sahipleri devlete yakınmaktan çekiniyor. 2018’de hazırlanan koruma çatısı projesi halen yapılmadığı için, üzeri basit bir örtüyle kapatılarak korunmaya çalışılan eserler kaybolma ve çalınma tehdidi altında.
Paralel bir haber; Birleşik Krallık’ta Kasım 2021’de Rutland’taki çiftçiler Brian Naylor, Jim Ervin, Leicester’ın belediye idaresini ve bölgedeki üniversiteleri bahçesinden haberdar ediyor. Bulunan mozaiğe eşsiz diyorlar. Ve malum abartmalar, ana rapor çıkmadan bütün bu bölgelerde nadir rastlanacak konular ve teknik ibaresi var. Mühim olan galiba objenin kendinde değil, bulan insanda. Eski eser ve eski eseri koruma bilinci yüksek insanlar; Roma devrinden beri zengin, işlenmiş bir bölgede yaşamaktan iftihar ediyorlar ve buluntuları koruyorlar. İsrail’dekiler kendi dedelerinin vatanındaki tarihi, kültürel izleri arayıp bulmakla iftihar ediyorlar. Adeta bir kültür askerinin uyanıklığıyla işin korunmasına bakıyorlar. Bu bilinç memleketimizde yok. Daha doğrusu acaba bundan ne vururuz zihniyeti, derhal iyi niyetleri ve merakı da yok edecek kadar vahşi.
BİR AN EVVEL KORUNMALI
Demek ki Batı Karadeniz bölgesinde böyle bir zenginlik var. Zonguldak dediğimiz yer, antik Paflagonya (sonra Osmanlı Kastamonu’su) eyaletindedir. Şu anda bile Amasra (bugünkü Bartın, Amasra) bu bölgededir. Tarihi katmanlar Atina’nın koloni çağından Roma’ya, Roma’dan Selçuklu ve Osmanlı’ya kadar uzanıyor. Milli sanat eserleri kadar Karadeniz kolonilerine hükmeden Cenevizlilerin de, yani İtalya’nın en parlak evlatlarının da kalıntıları var. Bütün bunların bir an evvel envanterinin tespiti, korunması ve kaçakçıların tahripkâr kazılarından evvel ilmi kazıların başlaması lazım. Buna gerekli fonları yaratmak hiç güç değil. Bu kadar arkeoloji bölümü açılmış, her birinden birkaç talebe, dayanıklı uzmanın da süresiz kazıları yürütmesi mümkün.
RESİMLİ TÜRKİYE GÖZLEMLERİ
Selçuk Esenbel, bizde Türkiye-Japonya tarihini birlikte yapmaya gayret etmiş, başarılı da olmuş bir tarihçi. Japon tarihine ciddi monografik yaklaşımları olduğu gibi bu sefer de yine harp öncesi dönemde Japonya’yı temsilen resmi ziyaretlerde bulunan, sonra İstanbul’daki “Japon Mağazası”nın kurucusu olan şirketin başkanlığını yapan soylu bir samuray ailesinden gelen Yamada Torajiro’nun Türkiye gözlemlerini tercüme edip yayımlıyor.
Türkiye’yi tanıyanın kendi çizdiği resimler, hayran olduğu manzaralar, ilgisini çeken görünümlerle birlikte gözlemleri son derece ilginç. Birçok Avrupa seyahatnamesinde de bu noktalara değiniliyor ama bu metin Japon’un ilginç görüşü. Belli ki ortada değişmeye başlayan bir cemiyet var. Zaten Esenbel de kitabın girişinde bu dönemin Japonya’sını Yamada Torajiro’nun gezi raporları etrafında ele almış ve bence dönemi kısaca anlatmaya çalışmış.
SAĞLAM BİR YAKLAŞIM
Japon’un Türkiye’deki gözlediği bazı noktalar da ilginç. Bir tanesi, dönemin tiyatrosu. Bir diğeri Türklerin özel hayatı. Dönemin Japon’u Türk tarihini oldukça moderne yakın kaynaklarla ele almış. Bunda onun Çin uzmanı olmasının payı var. Çağdaş Avrupalılara göre daha ilginç ve sağlam bir yaklaşım. Güzel bir baskı, dağıtımı itibarıyla da bulma kolaylığı var.
(Yamada Torajiro, Japon Aynasından Resimli Türkiye Gözlemleri, Çev. Selçuk Esenbel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)
BÜYÜK SAVAŞ’IN EŞİĞİNDE TÜRKİYE
Yakın tarihimizi önce bazı hatıra kitaplarından, İngiliz ve Fransız diplomatların kalemlerinden, bilahare Avrupa ve Amerika’da hazırlanan tezlerden değerlendirdik. Hatıratın içinde devrin tarihini yapan insanların kendi görüş ve savunmaları ağırlık kazanıyor. Yakın Türkiye’nin siyasi tarihini arşivlerden takip etmek âdeti yeni ortaya çıktı fakat halen arşivsiz çalışanlar var. Bunların içinde maalesef bazı yabancı Türkologlar da göze çarpıyor. Hükümleri yüzeysel, belirli kaynaklara dayanıyorlar ve daha çok kurgulanmış bir tarih görüşünü pazarlamaya çalışanlar görülüyor.
ZEKİ BİR GAZETECİ
Dönemi gözleyen gazetecilerin ve gezginlerin raporları henüz dikkate alınmaya başlandı. Bunlardan birincisi, 1911-12’de tam Büyük Harb’in eşiğinde ve Balkan Harbleri sırasında Türkiye’nin siyasi havasını koklayan Rus gazeteci Ariadna Vladimirovna Tyrkova, şaşılacak bir zekâ. Rusya İmparatorluğu’nun Türkiye’nin mirasına konacağına inanmış bağnaz görüşlerin yanında (ki tarih hiç de öyle olmadı) Türk siyasi elitini ve münevverlerini zekâyla gözleyen bir yazar. Muhtemelen kendi Rusya’sının siyasi havası da bunda yardımcı oluyor. Bilhassa Talat, Enver ve öte yanda Maliye Nazırı Cahit ve Hüseyin (Yalçın) üzerindeki gözlemlerini hayranlıkla okudum.
Yalnız o arada İttihatçı portresi de çıkıyor. Bu insanlar Mustafa Kemal Bey’i ve takımını ve Kâzım Karabekir’i neden dışlamışlar? Kendi kibirleri, kıskançlıkları kadar kuşkuları da var. Bu tasvirleri gördükten sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın da onları neden dışladığını ve bunda haklı olduğunu anlamak güç değil.
Ama her şeye rağmen Türkiye’nin bu dönemi büyüktü çünkü silkinen insanın asaleti yabancıların da dikkatini çekmeye başlamıştır. Dahası bugün bile birtakım insanların laf attığı Halide Edip gibi münevverlerin devri itibarıyla ve belki de her zaman için ne kadar etkileyici ve güçlü bir kişilik olduğu anlaşılıyor. Galiba çağdaş, entelektüel figürlerin onları daha iyi öğrenmesi lazım.
(Ariadna Vladimirovna Tyrkova, Bir Rus Gazetecinin Gözünden Jön Türkler ve İstanbul, Çev. Tibet Abak, Kronik Kitap)
Paylaş