Paylaş
Bugün bundan 100 sene önce 11 Kasım 1918’de saat 11.00’de muzaffer, yorgun Fransa, Batı Cephesi’nde Almanya’yı yenmiş ve vatanı kurtarmıştı. Bu bir kuşatma savaşı değildi. Fransa’ya saldırmak ve onu yutmak isteyen ordunun takati kesilene kadar ülke savunulmuştu. Harp başladığı zaman Alman ordularının durumu şuydu:
11 MİLYON ASKER
Her an 11 milyon askeri silah altına alacak durumdaydılar. Silah ve donanım daha üst seviyedeydi. Asker ve malzeme sevkine yarayan demiryolları bakımından, iki taraf eşit üstünlükteydi. Almanya, harbin başında Rusya’ya karşı Tannenberg Savaşı’nı kazandığı için doğudan bazı kuvvetlerini daha batıya sevk edebilmişti; buna karşılık Avusturya-Macaristan’ı Galiçya’da Ruslara karşı desteklemek durumundaydı. Avusturya-Macaristan orduları ise 59 milyonluk bir imparatorlukta bir milyon askeri hazırlayabilmişti. Komutanlar göze batacak üstünlükte değillerdi. Üstelik değişik etnik gruplar hem savaşın sevkinde zorluk çıkarıyor hem de sık sık Rus ordusuna Slav kökenlilerin birlikler halinde iltica etmesi söz konusu oluyordu. Fransa ise müttefiki İngiltere’nin karada etkili bir desteğine sahip değildir. Buna rağmen 2 milyon evladını bu savaşta yitirmiş ve Almanya’yı Marne ve Verdun cephelerindeki inatçı savunmasıyla Fransa’ya sokmamıştır.
ÇOK UZUN 4 YIL
Compiegne Ormanı’ndaki bir vagonda İtilaf Devletleri’ni temsilen başkomutan Mareşal Ferdinand Foch’un başkanlığındaki bir heyetin huzurunda Almanların teslim olmasıyla mütareke imzalandı. Ekim sonunda Osmanlı İmparatorluğu hemen ardından da Avusturya-Macaristan da mütareke istemişlerdi. Bulgaristan ise daha önceden İtilaf Devletleri’yle mütareke imzaladı. General Erich Ludendorff eylül sonunda Alman ordularının artık dayanma gücünün kalmadığını resmen bildirmişti. Dört yıl önce Almanya’nın generalleri Noel’de evlerine muzaffer olarak döneceklerini haykırıp yaz ortasında savaş ilan etmişlerdi. Garip olan bu donanımdan ve asker sayısına çok uzakta hatta güvendikleri asker sayısı bakımından da Almanya’dan da çok uzak olan Rusya’nın böyle bir sloganı tekrarlamasıydı. İtilaf Devletleri ve bu tarafta da Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı için savaş çok uzun, dört yıl sürdü.
Rusya ise 1917 Ekim İhtilali’yle teslim olmuş, savaşı bırakmış ve 1918 Ocak ayında Brest-Litovsk Antlaşması’yla mağlubiyeti kabul etmişti. Ne var ki elden çıkan Baltık vilayetleri, Varşova Polonya’sı, Orta Asya Volga Boyu gibi ülkelerde bağımsızlık ilan eden Müslüman cumhuriyetlerde ve Kafkasya’daki gelişmeler kopuşu hızlandırdı, Bolşeviklerin karşısındaki güçler galeyana geldiler. Rusya uzun bir iç harbin içine düştü. Rusya’nın Boğazlar’ı ele geçirme emeli ve savaşla güçleneceği özlemi hüsranla sonuçlandı. Savaşın beklenmedik sonuçlarından biri iktisadi alandaydı. Galip veya mağlup izleyen 10 yıl içinde ortaya çıkan enflasyonist gelişmeler ve ardından 1929 Dünya Buhranı yıkımın barış antlaşmalarıyla durdurulamayacağının göstergesiydi. Barış antlaşmaları zaten Avrupa’da yalnız yeni bir Cihan Harbi’ni daha davet edecektir. Savaşan ülkeler harp sonrası düzene uyum sağlayamadılar. Sınıf düzeni altüst oldu. Bilhassa mağlup ülkelerin komutanları işsiz ve itibarsız bir duruma düştüler. Sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşçıları Mondros Mütarekesi’nden sonra toparlanma durumuna girdiler. Uzun savaşın günahını Fransa da, İngiltere de neredeyse Almanya kadar Türkiye’nin sırtına bindiriyordu. Ne Avrupa’da ne Anadolu’da Türk varlığına tahammülleri yoktu. Türkler için savaş devam ediyordu; mağlup ordunun genç komutanları bir müddet sonra galiplerle birlikte yeniden barış masasına oturdular, bu sefer söz onların olacaktı. Bu genç komutanların isimleri Cihan Harbi’nde ortaya çıkmıştı. Savaşın bitiminden üç sene sonra galip ordunun mareşalleri ve generalleri olarak kendilerini ispatladılar. Dün, 10 Kasım’da büyük mareşalimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü 80. ölüm yıldönümünde saygıyla ve sevgiyle andık.
İNTİKAM SÖYLEMİ
Bu savaşın sonuçları gelecek açısından yeni bir dünyanın aniden doğması oldu. Savaş cephe gerisinde de cereyan ettiği için kadınlar toplumun her safhasında idari ve iktisadi hayata katılmışlardı. Kadın hakları daha kolay savunuldu. İşçi hareketleri toplum ve monarşi düşmanı olarak düşünülmedi. Monarşiler ekseriyetle sona ermişti. Cihan Harbi’nde devletler işçi kitlelerini de cephede gördüler. Çalışan sınıflar ihanetle ve sabotajla artık suçlanamayacaklardı. Siyasi düzen onları kabul etmek zorunda kaldı. Bununla birlikte savaşın getirdiği iktisadi yıkım yeni günah keçileri arayan Alman Nazizmi gibi rejimlerin ortaya çıkmasına ve kuvvetlenmesine neden oldu. Siyasi söylem ve maalesef siyasi düşünce intikam sloganı etrafında şekillendi. Kitleler ayaklanmıştı. Bu ayaklanma, Macar Ayaklanması (Bela Kun Hükümeti), İtalya’da Mussolini’nin Roma yürüyüşü, Avusturya’da Halk Cephesi ve Milli Cephe arasındaki iç savaş ve diktatorya nihayet İspanyol İç Savaşı’nı yarattı. 1933’te ise Hitler Nazizmi kuvvetin hükmettiği bu gibi hareketlerle değil üstelik halk desteğiyle iktidar olmuştur. İki Cihan Harbi arası 20. yüzyıl medeniyetinin gelişmesi, çatlaması ve çöküntüsüyle sonuçlanacak bir uğursuz şafak oldu.
MISIR’DA BİR TÜRK ÂLİMİ
YAKIN zaman Türkiye tarihinin çeşitli veçhelerini (görünümlerini) ve Türkiye okumuşlarının muhtelif kategorilerindeki simalarını tanımıyoruz. 20. yüzyıl Türkiye’sinin geçirdiği devrim birçok ülkelerdekine göre kanlı değildir. Oldukça mutedil bir şekilde cereyan etmiştir. Önemli bir kültürel değişim geçirdik. Ama başkalarına göre çok uzun bir Cihan Harbi’nde Batı ve Doğu kültürüne sahip genç bir nesli imparatorluğun ve vatanın savunmasında yitirdik.
1920’lerde medrese ulemasından önemli simalar yurtdışına, tabii Mısır ve Bağdat’a göç etmiştir. Daha genç bir nesil de okumak için Mısır’ın yolunu tutmuştur. Cami-ül Ezher sadece Türkiye’den giden gençlerin değil Çarlık Rusyası’ndan giden Müslüman din bilginlerinin, Arapça uzmanlarının hatta Avusturya İmparatorluğu’ndan giden Ignac Goldziher gibi bir büyük oryantalistin bile talebelik yaptığı yerdir. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası Yozgatlı İhsan Efendi fıkıh bilgini ve bilahare Kahire Üniversitesi’nde Türkoloji kürsüsü profesörü olan Mısır allamesindendir (bu açık imtihanla alınan en yüksek rütbedir).
Şimdi oğlunun, Ekmeleddin Hoca’nın kaleme aldığı biyografi geniş ölçüde hatırata ve İhsan Efendi’nin evrakı metrukesine dayanıyor. Elimize aldığımız zaman bugün artık bize uzak gibi görünen aslında ister istemez tekrar ilgi duyacağımız, bilmek konumunda olduğumuz bir mazi ortaya çıkıyor. Eğitim düzeniyle, seçkin hocalarıyla, talebeleriyle tartışılan konular ve verilen eserleriyle ve bizim uzak yakın komşumuz Mısır’daki hayatın çeşitli veçheleriyle sürükleyici bir eser.
“Yozgatlı İhsan Efendi” biyografisi bir seçkin medrese ve üniversite hocasının hayat hikâyesi olmanın ötesinde üzerine çok konuşulan bir dönemin resmi. Mısır ve Türkiye’nin arasındaki müşterek noktaların ustaca tasviri olarak belirtmek zorundayız. Bence modernleşsen Mısır’ın ve Türkiye’nin son asırdaki safahatı burada okunur ve Türkiye tarihinin önemli simaları da Mısır’daki bu genç ve aslında çok da uzun yaşamayan, 61 yaşında vefat eden âlimin kişiliği etrafında sergileniyor.
Paylaş