Paylaş
Sosyal medyada Süleyman Duman adlı emekli astsubay ve tarihsever arkadaş (Twitter adresi @msuleymanduman) Kurtuluş Savaşı’ndaki meydan muharebelerinin ve halihazırda siperlerinin durumunu takip ediyor ve elindeki imkânlarla sosyal medyadan fotoğraf paylaşarak ilgilenenleri bilgilendiriyor.
1921’de 10 Temmuz-25 Temmuz arasındaki Kütahya ve Eskişehir’in terkinden sonra, bütün birlikler yeni ricat düzeniyle Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmişti. Ama dünyanın bozuk dengelerinin ortasında, yeni Türkiye stratejik yönden bir dehayla hayata doğmaktaydı. Sakarya Nehri’nin doğusunda başlayan direniş, 100 kilometre genişliğindeki cephede atılan topların yer yer Ankara’dan duyulmasına bile sebep olmaktaydı. 23 Ağustos ile 13 Eylül arası, yani 22 gün 22 gece süren savaş 900 yıllık Türkiye tarihi açısından en kanlı ve en inatçı direnişti. Fatihlerin torunları ana yurdu savunmayı da bilmişti.
GAZİ UNVANI, MAREŞAL RÜTBESİ
Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki strateji, daha gevşek olan Yunan güney hattına gizlice yönelmekten ve kuvvetleri süratle yığmaktan geçiyordu. TBMM ordusunun sayıca tek üstünlüğü olan süvari kuvvetlerinin süratli ve ani hareketiyle, iki tarafın inatçı savaşı çok kısa sürede Yunanların gerilemelerine neden oldu, ama bu gerilemenin Eskişehir’in ötesinde Afyon hattında durduğu da bir gerçektir. Ordunun donatımı başlamıştı. Mühimmat ve teçhizat sıkıntısı içindeki Meclis Hükümeti bu zaferle kendine geldi. İstanbul Hükümeti’nin azlettiği ve hakkında idam fetvası verdiği Mustafa Kemal Paşa, muzaffer ve güçlü kumandan olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden “Gazi” unvanını ve Müşir (Mareşal) rütbesini aldı.
Demiryolu Ankara’da bitiyordu. Binaenaleyh demiryolundan yararlanmak, ikmal ve nakil işlemlerini düzgünce yürütebilmek için son uygun nehirlerinden biri burasıydı. Sakarya Meydan Muharebesi ordunun direnişi yanında demiryolcuların da zaferidir. Savaşın sonunda Yunan ordusu batıya doğru geriledi. Kısa süre önce Eskişehir’i dahi boşalttı. Bir yıllık süreden sonra da Başkumandanlık Meydan Savaşı’yla Kocatepe’de zafer noktalandı.
HENDEKLERİ KORUMAK GEREK
Oysa bugün Sakarya Meydan Muharebesi’nin kalıntısı, yaşayan abidesi olan siperlerin ihmal edildiği ve silinmeye yüz tuttuğu anlaşılıyor. Mesela burada taşocakları çok da lazımmış gibi tam siperlerin üzerinden ilerliyor. Bu taşocakları orada işletildikçe siperlerin ve savaş meydanının atmosferini ve hatlarının korunması mümkün değil. Taşocağı o bölge için çok mu elzem? Mirası korumak için bazı fedakârlıklar yapamaz mıyız? Bu nasıl bir açgözlülük! Bu 1.5 kilometrelik hat ve irtibat hendeklerin korunması gerekir. Savaş siperlerinin muhafazasına bazı yerlerde başlandı. Ama Kurtuluş Savaşı’nın en önemli noktalarından tarih olarak başta geleni Sakarya hattıdır.
BEKLEMEYELİM
Çanakkale Muharebeleri Savaş Alanı’nı birtakım eksiklikler göze çarpsa da koruyoruz. Yapılanlarla yetinmek olmaz. Tarih için, sağlıklı bir çevre ve doğa için bu şart. Afyon Kocatepe’de de onlarca yıldır bir gayret görülüyor. Sakarya muharebe alanında aynı dikkati görmek mümkün değil. Oysa çok önemli bir yer olduğunu herkes onaylayacaktır. Gelecek yıl Kurtuluş Savaşı’na başlayışın 100. yılı. 2022 Eylül sonuna kadar devam edecek bir süreç içinde bu gibi anıtların korunması, tespiti, uzun ömürlü açık hava müzeleri haline getirilmesinin ne kadar gerekli olduğu açıktır. Bu bölgelerde adım başı korunamamış mezarlar ve milli şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un belirttiği gibi ‘şüheda’nın kemiklerine rastlanabiliyor. Daha fazla beklemeyelim. Unutmayalım bu memleket Birinci Dünya Savaşı’na aslında 1911’de başladı ve 1922 yılında Mudanya’da bitirdi.
90. YAŞ GÜNÜNDE ÜSTADIN TOPLUMA HEDİYESİ
ORHAN Koloğlu 90. yaşını tamamlıyor. Mülki kaymakamlarından ve Libya eski başbakanlarından Galatasaraylı Sadullah Koloğlu’nun oğlu. Koloğlu ailesinin Trablusgarp’taki geçmişinden geliyor. Garp Ocakları’na Anadolu’dan giden Türk askerlerin soyu. Geçmiş zamanlarda gazetecilik ve basın yayın genel müdürlüğü yaptı. Eskiden beri zevkle okunan gazete yazıları ve akabinde kitaplarıyla hepimiz biliyoruz. Türk tarihçiliğinin velut yazarıdır. Yazdıklarında bilinmeyen belgeleri, bir köşede ihmal edilmiş makaleleri kullanır. Lisan dağarcığı geniştir ve kuşağındaki çok kişinin aksine Osmanlıcayı rahat okur. Bu özellikleri dolayısıyla da çağdaş Türk tarihçiliğinde en çok yararlanılanlardan biridir. Yazdıkları içinde “tamga, pençe, tuğra imza” gibi paleografya çalışmalarından basın tarihine, Türk-Arap İlişkileri Tarihi’ne kadar 90’a yakın eseri vardır. Doksanıncı yaşında “Prusya’dan Enverland’a ve Günümüze Türk-Alman Tarihi” başlıklı kitabını Tarihçi Yayınları bastı. Koloğlu hiç sıkılmadan, olmadık yerlerde ve köşelerde inzivaya çekilip tek başına yaşamayı ve araştırmayı beceren ilginç bir Türk aydınıdır. Çıkardığı eserlerde tekrara rastlanmaz. Bazıları genel okuyucuya ve gençliğe yönelik sade üsluplu, bazıları ise ağır muhtevalı tarih çalışmalarıdır ama akıcı bir üslubu vardır. Son kitabını Dr. Genco Yücel’e bir şükran ifadesi olarak ithaf etmiştir. Rahat okunan, sadece derleme değil yeni bilgileri de getiren bol karikatür, grafik ve fotoğraf içeren bir kitap. Bunlar için kullandığı kaynakları sayfa fotokopisi verilenler hariç bulmak zor. Bu yayıncının ihmali. Keyifle okunup öğrenilecek hatta benim gibi Alman ilişkileri üzerine yazan bir tarihçinin bile dikkatini çeken noktaların bulunduğu bir kitap. 90. yaş günü dönümünde bu topluma üstadın hediyesi. Uzun ve sağlıklı ömürler diliyoruz.
YELDA GÜNLERİ / ŞEB-İ YELDA
İSTANBUL Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü kültür tarihimizde önemli yeri olan bir kurumdur. Buradan yetişen hocalar ve yetiştirdikleri öğrenciler hâlâ Türk edebiyatının değil İranistlerin arasında da mümtaz yeri olan portrelerdir. Şurası bir gerçektir, 1970’lerden sonra burada her yerdeki gibi eğitim aksamaya başladı. Son 30 yılda ise durum değişti. Türk gençliği İran’ı merak etmeye başladı. Bu ilgi yavaş yavaş aydın çevrelere yayıldı. Geçen yıl katıldığım Yelda Günleri bu hafta perşembe günü yine tekrarlandı. Bölüm bu ananeyi benimsedi. İstanbul’daki İran Kültür Ataşeliği de yardımcı oluyor.
Gençlerimiz İran şiirini takip ettikleri gibi Farsça şiir yazmaya da başladılar. Bunlar ümit verici gelişmeler ve gün boyu kimse salonu terk etmeden okunanları, yazılanları dikkatle izliyor. Biz “Yelda Günü” diyoruz ama aslında “Şeb-i Yelda”dır. Yılın en uzun gecesi boyunca karanlığın kasveti İran şiirinin renkli, derin ve ümitvar ışığıyla aydınlanır. Bunun gündüz faslı ise “Yelda Günü” olarak perşembe günü tertiplendi. Fakültenin geleneği devam ettirmesine ve İran’dan kültür insanlarının böyle günler dolayısıyla celbinin gerekli olduğunu belirtmeye lüzum yok. Bizim gençlik daha çok bilgi ve daha çok eğitim istiyor ve bunu da hak ediyor.
Paylaş