Paylaş
Cenazesi babası II. Mahmud Türbesi’ne defnedildi. Bir yıl evvel bir hükümet darbesiyle hal’ edilmiş padişah, aslında Tanzimat’tan beri siyaset dışına çekildiği zannedilen ordunun tekrar iktidar değişikliklerine öncü olmasında rol oynamıştır. Sultan Mahmud’un türbesine II. Abdülhamid de defnedildi. Üç nesil Divanyolu’ndadır.
Bir müddet sonra Yıldız Sarayı’nda daha doğrusu parkında Çadır Köşkü denen yerde kurulan mahkemede padişahın katliyle suçlanan devlet adamları yargılandılar. Darbeyi yapanlar daha önceden padişaha ve ailesine yapılan muameleden son derece müteessir olan ve Sultan Abdülaziz’in genç haremi Neşerek Kadınefendi’nin kardeşi olan Çerkes Hasan Bey, Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın başkanlık ettiği toplantının yapıldığı odaya dalarak birtakım önemli kişiyi öldürdü.
İntihar olayına suikast olsa dahi ne derece etkin olarak karıştığı belli olmayan Midhat Paşa baş suçlu olarak yargılandı. Cevdet Paşa’nın da içinde bulunduğu heyet kendisinin idamına karar verdi. Hatta Yılmaz Öztuna’nın ileri sürdüğü fakat yeterince ispatlanamayan bir olay da Gazi Osman Paşa’nın görüşüdür, “Bu idam cezasını hak etmişlerdir. Zat-ı Şahanenin bile bu cezaları affetmesi veya hafifletmesi caiz değildir” yolundaydı. Bunun üzerinden biraz vakit geçtikten sonra ortaya çıkan İbretnümâ o zamanki mâbeyncilerden Fahri Bey’in, suikastı inkâr ettiği için işkenceye maruz kaldığından bahseden bir hatırattır.
SÜRGÜNDE KATLEDİLDİLER
Bir uçtaki nazariyeye göre II. Abdülhamid hiç hoşlanmadığı Meşrutiyet’in âdeta kışkırtıcı biçimde ilan ettiricisi olarak gördüğü ve kendisinden bu hakkı saltanatının başında bir baskı ve anlaşmayla aldığını ileri sürdüğü Midhat Paşa’yı cezalandırmak, ortadan kaldırmak için bile bile suçlamıştır. Diğer görüşe göre Midhat Paşa olayın içindedir. Padişah ve hanedan üyeleri Genç Osman (II. Osman) vakasının yeniden canlanmasından âdeta dehşete kapılarak bu mahkemeyi kurdurmuştur fakat Midhat Paşa’yı ve ortaklarını idam ettirmeyip, Yemen’de Taif’e sürmüşlerdir. Taif’teki sürgün bir hapistir ve bir müddet sonra da orada gizlice katledilmişlerdir.
TETKİKLERİ NOKSANDIR
Sultan Abdülaziz’in Osmanlı tarihlerinin bir kısmında okul kitaplarına kadar değişik bir kişilikle çizildiği açıktır. Bu konuda tetkikler noksandır ve geçen zaman padişahın birtakım hazırcı tasvirlerini yalanlamıştır. Bunların başında Sultan Abdülaziz’in ehlikeyf bir padişah olduğu, sefahat içinde bir hayat sürdüğü, harem halkının ve sarayın masraflarını günden güne arttırdığı, devlet bütçesinin bu yüzden inkıraza (çöküntüye) uğradığı, borçların ödenmez hale geldiği ve neticede 1875 Moratoryumunu, yani Mustafa Reşid Paşa, Mehmed Emin Âli Paşa, Keçeçizade Fuad Paşa gibi büyük sadrazamların arkasından gelen ikinci derecede bir bürokrat Mahmud Nedim Paşa sayesinde iflasın ilan edildiğidir.
Bu çizgide de büyük bir ifrat vardır. Mahmud Nedim Paşa öbür sadrazamlara göre daha diktatör yöntemleri tercih etmiştir. Ne var ki Osmanlı Tanzimatı aşırı bir demokrasi ve örgütlenmeden çok kanun devletini getirmek ve nizamı sağlamak amacındadır. Bilhassa Mehmed Emin Âli Paşa devrinde de, Ziya Paşa gibi birtakım bürokrasi üyelerinin gidişattan bu yüzden memnun olmadıkları bilinir. Muhaliflerin de muvafıklar kadar aşırı gittikleri bir gerçektir. Mahmud Nedim Paşa’nın Rusya’nın ve Rus sefaretinin dediklerini dinlemekten çok Rusya elçisi (büyükelçi değildi) General İgnatiyev’i kullandığı bugün açıktır, birtakım uydurma haberleri onun aracılığıyla İstanbul’daki diplomatik çevrelerin arasına sızdırmakta ve haber çürük çıkana kadar Batılıların politikalarını saptırmakta veya akim hale getirmektedir. Yalancının mumu yatsıya kadar yandığında da kabahatli daha çok General İgnatiyev olmuştur ve diplomatlar kendisine Yalancı Paşa (Manteur Paşa) derlerdi.
TÜRKİYE'NİN ALEYHİNE...
İgnatiyev terörist nitelikli, aşırı heyecanlı bir diplomattı. Daha doğrusu Rusya’nın ünlü diplomatı, Hariciye Bakanı Gorçakov’un pek hazzetmediği bir tipti. Gorçakov bu anlamda II. Aleksandr’ı da onun aleyhinde etkilemişti. Bununla birlikte Paris Muahedesi’nde (1856) Osmanlı Devleti karşısında Rusya’nın girdiği cendereden kurtuluşu İgnatiyev’in sağlayacağına inanıyordu ve onun Balkan politikasındaki provokasyonda da Petersburg’dakiler istese de istemese de bir anda vazgeçecek durumda değildi. Tolstoy başta olmak üzere Kont Bennigsen gibi birtakım düşünürler ve cemiyet adamları “Biz Slav mıyız, yoksa Rus muyuz” diye Panslavist sloganlara karşıydılar lakin o anda seçkin çevrelerdeki kanaat bunun aksineydi. Dostoyevski bile “Ayasofya’ya çan takmaktan” bahsedecek kadar Slavlık ve Ortodoksluğa kapılmıştır. Bu tabii büyük yazarın romanlarında söz konusu değil ama cemiyet hayatındaki davranışı böyleydi. Tolstoy ise aksine bu gibi hareket ve düşüncelere karşıydı.
Yine Avrupa’da da Britanya liberallerinin hepsinin Gladstone gibi olmadığı, Marx ve Engels’in Rusya’nın saldırgan ve gerici politikasına karşı Balkanlar’da Türk süngüsünün bir garanti olduğunu ileri sürdüğü malumdur. Avrupalıların fikirleri vaziyet alışları karışıktı ve kolay tasnifi mümkün değildir. Ne var ki Osmanlı moratoryumu, borçlarının ödenememesi Avrupa politikalarını Türkiye’nin aleyhine çevirdi. Rusya bundan istifade etmek istedi ve provokasyon arttı.
MODERNLEŞMEYİ BENİMSEDİ
Maliyenin girdiği güçlük, borçların ödenemez hale gelişi darbeyi hızlandıran etkenlerdendir. Sultan Aziz kolayca tasvir edildiği gibi güreş ve horoz dövüşüyle uğraşan, bir oturuşta bir kuzuyu deviren, kaba saba, kültür ve dünya görüşü geri bir değildir. Tanzimat’ın modernleşme hareketlerini benimsemiştir. Alaturka musiki kadar Batı musikisini de sever ve öğrenmiştir. Bazı besteleri son zamanlarda Avrupa’da ve bizde dinlenir oldu. Zaten ilk Avrupa’ya çıkan hükümdarın Marsilya ve Dover’da karşılanışı sırasında henüz bir imparatorluk marşı olmadığı için bandolar tarafından bu besteleriyle karşılandığı malumdur. Bilhassa yeğeni Murad Efendi (V. Murad) Batı sanatlarında fevkalade maharet sahibiydi. Onun sorunu, alkolün getirdiği paranoya oldu.
Sultan Abdülaziz musiki yanında resim sanatında da mahir bir talebeydi. Galatasaray Sultanisi gibi Avrasya ülkelerinde Batı’ya açık ama kendi değer ve dilini öğrenen bir bürokrasi yetiştiren okul (ki tek örneği Rusya’daki Tsarskoye Selo, Puschkin Gymnasium’dur) onun ve Tanzimat’ın iki reformcu paşası Fuad ve Âli Paşaların esiridir. Eğitimi ıslah etmiştir, donanmayı kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Ne yazık ki teknik gelişmeler, bu bahri modernleşmeye ayak uyduramamıştır. Askeri eğitimi, kara ordularındaki gelişmeleri daha iyi yönetmiştir. Sultan kusurlarına rağmen Avrupaî reformlara açıktı. Dindardı ama Avrupaî yaşama dahi yatkındı. İntiharı ve eylemleri yakından tartışılacak ve araştırılacak olaylardır.
YAPRAK DÖKÜMÜ
PERŞEMBE günü haber aldım. Okul arkadaşımız Gaye Köseoğlu yaz günü aniden bu dünyayı terk etti. Tabiata ve denizine kavuşmanın neşesi içinde olduğu söyleniyor. Sakin, artık eşine az rastlanır İstanbul hanımefendisi tipindeydi ama bu onun her Mülkiyeli gibi eğlence ve mizaha kapalı olduğu anlamına gelmez. Kendi kuşağının Mülkiyelileri gibi yaşadı. Üsküdar Amerikan Koleji’nin ardından okulumuza gelmişti. Mali Şube’yi bitirdikten sonra Türkiye Kalkınma Bankası’nda çalıştı, bu arada Portekizli Kont Antonio Sinai ile devam etmeyen bir evlilik de yaptı. Dünyanın açılan ucuna kadar çıkmışken Türkiye’ye döndü, ihracatla uğraştı, bir ödül de aldı.
Son zamanlarında yine sınıf arkadaşlarının arasındaydı, hepimizin yaptığı gibi. Bizim kuşak Türkiye’nin ve dünyanın tadını çıkaran, gözleyen bir topluluk ama ülkeyle ilgilenmekten, siyasete de karışmaktan vazgeçmedikleri için yorgun düştüler. Artık yaprak dökümü dönemindeyiz. Her yıl bir-iki arkadaşımız ani ölümlerle gidiyor. Son senede Dışişleri Bakanlığı’ndan büyükelçi Hüseyin Ataman Yalgın’ın üstüne şimdi de sevgili Gaye Köseoğlu. Ondan evvelki yıllarda Asala suikastlarında gidenler... Mülkiye’nin Türkiye tarihindeki rolü önemli ama mensupları mütevazı ve sessiz bir yaşamla hayat çizgisini çekiyorlar.
Paylaş