Paylaş
Vladimir Vladimiroviç Putin 7 Ekim 1952’de doğdu. Çocukluğu ve gençliği neslinin bütün Rusları gibi sıkıntı içinde geçti. Harp sonrası çocuğuydu; Rusya’da etkileri çok uzun süren İkinci Dünya Harbi’nin sıkıntılarının ortasına doğmuş demektir. Putin’in anne ve babası bu sıkıntılar ortasında birçok evlat yetiştirmişler; kendisini hayatın zorluklarına esir etmeyen bir irade ve arayışla tahsil yıllarının ortasında Putin galiba Sovyet KGB’sine de entegre oldu.
Bildiğimiz biyografilerin hiçbiri onun üzerinde psikolojik tahlil yapmayı mümkün kılmaz. Ama şurası bir gerçek ki Sosyalist Blok’un içinde dış hizmetler gördü. Doğu Almanya’da (DDR) uzun zaman bulundu. Angela Merkel ile müşterek bir tarafları var ve hiç şüphesiz Batı dünyasında en iyi anlaştığı lider oydu.
‘BÖLÜNMEZ PARÇA’ DÜŞÜNCESİ
Ukrayna’ya bakışı itibarıyla Putin’in umumi Rus düşüncesinden çok farklı olması beklenemez. Rus geleneksel düşüncesinde adı “Mala Rossiya”, yani Küçük Rusya ve Küçük Rus olan Ukrayna, ister Çarist isterse Sovyet devrinde olsun, Rusya halkının bölünmez bir parçası olarak kabul edilir. Hatta buna rağmen Uniat Kilisesi dediğimiz Roma’daki Papalığa bağlı Katolik Ukrayna’nın da milliyetçiliği ve özgün dili koruma gayreti anlaşılmaz. Rusya Molotov-Ribbentrop Anlaşması’ndan sonra Batı Ukrayna’yı ilhak etti. Daha evvel Avusturya İmparatorluğu’nun bir parçası olan Galiçya veya Lemberg Ukraynası İkinci Dünya Harbi arifesinde Sovyet Rusya’ya katıldı.
Bir ara kısa ömürlü Ukrayna’nın lideri olan Profesör Leonid Makarovych Kravchuk’un Stalin tarafından cezalandırılması beklenirken hiç de öyle olmadı; Bilimler Akademisi’ne üye tayin edildi. Çünkü Ukrayna ve Rusya problemini ayrılıkçı Ukraynalılar gibi görmüyordu; iki grubun müşterek kökü olduğunu düşünüyordu. Rusya’nın hiç tahammül edemediği Ukrayna’nın ayrılık düşüncesiydi. Çarlar devrinin ünlü valisi General Aleksandr Aleksandrovich Bibikov arşivleri karıştırtıp bu konuda ayrılıkçılık belirtisi verebilecek evrakı tahrip etme gayretindeydi.
PUTİN’İN STALİNCİLİĞİ
Ulusların kaderini tayin konusunda Bolşevik düşüncenin ve politikanın lideri Vladimir İlyiç Ulyanov’un (Lenin) Putin tarafından bir yanılgıyı temsil ettiği ifade ediliyor. Lenin’in dışında parti üyesi bile olmadıkları halde Stalin’i tutanlar çoktur. Putin’in Stalinciliği Rusların çoğunda görülür. Ukrayna ile Slav dünyasının bir olduğuna inanç çok yaygın; ister monarşist ister komünist olunuz. Polonya bu anlayışa ve düşünceye ihanet eden bir kara koyundur. Ama Ukrayna sadece Slav değil, aynı zamanda Rus’tur düşüncesi de yaygındır.
Şurası açık ki Kırım Yarımadası’nın kuzeydoğusunda Ruslar ve Rus Kazakları kalabalıktır. Don Kazaklarının Ukrayna’nın önemli bir unsuru olduğu ve Nikolay Gogol’un bile üstü kapalı bir şekilde ifade ettiği gibi (Taras Bulba’da) Ukrayna’nın bir parçası olduğu da biliniyor. Son ilhak edilen Lugansk-Donetsk bölgesinde; Pontus Rumları, Ermeniler ve Rus literatüründe “Gemşinski” diye adlandırılan Müslüman Ermeniler var. Mariupol ve Azak’ın kuzeyindeki bölgeler bilhassa Stalin’in 1944’teki sürgününden sonra yavaş yavaş Kırımlıların da yerleştikleri bir bölge. İlginç bir tesadüf, değil mi? Azak, Kefe ve Kerç Osmanlı devrinde Kırım Hanlığı’na ait değil, doğrudan doğruya Kefe Sancağı olarak merkeze bağlıydı. Yavuz Selim Han burada sancak şehzadeliği yaptı ve oldukça bağımsız bir şehzade oldu. Kanuni Sultan Süleyman da babasının yanında, orada çocukluğunu geçirdi. Karadeniz’in bir Osmanlı denizi olması Fatih’in eseridir. Genel stratejisinde bu çabanın İtalya seferini de geciktirdiği bir gerçektir. Rusya ise üç ay sonra Büyük Petro ile Karadeniz’e girmeye çalıştı. Azak’a sızması 1711 Prut Kuşatması’ndaki yenilgisinden sonra bir hayal oldu; proje gecikti. Kırım Yarımadası’nı ve Azak’ı Rusya’ya doğrudan doğruya bağlayan Çariçe II. Katerina’dır. Bu Alman prensesinin Rusya’ya hediyesidir. Karadeniz kıyısındaki Odessa’yı da o kurdu. Tabii yaşamda çok zorluklarla karşılaşan Odessa’nın ahalisi çok kozmopolitti. Her gelen ve bu sıkıntıya dayanan orada kaldı.
KARADENİZ ÇOK ÖNEMLİ
Karadeniz, Rusya için önemli; bunu anlamak lazım. Rusya’nın ne Baltık’taki ne de Uzak Doğu’daki limanları Karadeniz kadar deniz üssü olmaya uygun. Vladivostok bu mevsimde hâlâ sıfırın altında Büyük Okyanus’un dalgalarıyla boğuşuyor. Baltık filosu ise henüz çözülmeyen buzların ortasında. Halbuki Sivastopol uygun bir liman ve üs. Ukrayna’nın doğusu Rusya’nın ayrı görmeye tahammül edemeyeceği bir yer.
AGİT başkanlığı yapan eski Dışişleri Müsteşarımız ve konuları her zaman iyi bilen Ertuğrul Apakan’ın hatıratını yazma zamanı geldi. Ukrayna’nın doğusunda Ruslar ve Rusça konuşanların ilginç bir şekilde Avrupalı olma özlemi var. Peki bunlar aynı zamanda Ukrayna’nın kendisiyle niye bağdaşamıyor ve Rusya’yı bekliyor? Bunu anlamamız lazım. Slav dünyasının her zaman çekişme ve çatışmaya meyyal bir yönü var. Ama kendi anlayışlarının da yerel çıkarlarla örtüşmesi başka bir gerçek.
Bir gerçek var ki Rusya’yı Karadeniz’in dışında tutmak zor ve lüzumsuz bir hayal. Ancak üzerinde durulması gereken, Rusya’nın Karadeniz’i başkalarıyla paylaşmaya alışması gereğidir. 15. ve 18. asırlar arasında Karadeniz tam bir Türk gölüydü. Böyle bir göl başka kimseye (Rusya dahil) nasip olmadı. Şayet 1856 Paris Kongresi gibi bir netice ki Rusya’nın Karadeniz’de askeri faaliyetine neredeyse kapatmıştı, gibi bir olay da var.
TÜRKİYE’YLE İYİ GEÇİNMELİ
Galiba Putin’in çağdaş devlet liderleri arasında en sert ve dediğini yaptırmaya alışık karakterinde bir temel yanılgısı var. Hiç hazzetmediği Batı ille başının fazla derde girmesini istemeyen Rusya’nın başında olacaksa komşusu Türkiye ile iyi geçinmek ve anlaşmak zorundadır.
Politikacılar kötü tarihçilerdir çünkü tarih malzemesini tezlerine garnitür olarak kullanmak isterler. Oysa tarih garnitür değildir; meselenin özüdür. Putin’in tarih söylemiyle mukayese edilemeyecek daha büyük yanılgı ABD’nin Kiev Sefareti’nden geldi. Güya “Kiev’deki katedral ve kiliseler o devirde Moskova’da yokmuş” deniliyor. Ukrayna-Rusya müşterek tarihi üzerinde en cahil ve çocukça görüş budur. Sorun o kadar basit değil. Tarihi, tarih uzmanlarına bıraksınlar.
Türkiye’ye karşı Karadeniz’i korumak gibi bir tezin dünyada kimseden takdir ve destek göremeyeceği açık. Muasır Rusya’nın takip etmesi gereken politika Türkiye ile dost olmaktır. Türkiye’nin de Ukrayna ve Rusya’da keresteden her türlü hammaddeye uzanan ve endüstriyel olan ilişkisi gıda ve turizmden önce gelir. Batı ile olan yakınlaşmanın derecesini tayin etmek gerekir. Herhangi bir çatışma bizim için en büyük felaket olur.
MONTRÖ ANTLAŞMASI VE BOĞAZ’IN KAPATILMASI
BİR müddet evvel emekli amirallerimiz Montrö Antlaşması üzerine bir bildiri yayımladılar ve kendilerine adli takip yapılıyor. Adalete güvenimiz vardır. Fakat bu bildiride ileri sürülenler gayet gerekli, bilinmesi gereken ve işe yarayan hükümlerdir.
Mütareke yıllarında Türk Boğazları beynelmilel bir komisyona havale edildi ve tabii ki başkanı da Britanya’ydı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra tashih yapıldı; komisyonun başkanı Türk Devleti oldu. Lakin Boğazlar’da silahsızlanma ve askersizleştirme yüzünden askeri kuvvetler dahi sivil gezerdi, kamuflaj yapılırdı.
Montrö ilk defa Hitler-Stalin vahameti üzerine 1930’larda Türkiye’nin hâkimiyetini tanımıştır. Bunda yeni Cumhuriyet’in kendini ispatı ve gerçekten güvenliği sağlayacak bir unsur olmasının kabulü rol oynar. Buna göre Karadeniz devletleri serbest geçişe tabidir; yani bunlar için bir kanal zorlaması yapılamaz. İkincisi, başka devletlerin bahri kuvvetlerinin geçişine manidir.
BU ÖNERİ İYİ SONUÇLAR DOĞURMAZ
Şimdi mücadele gününde Ukrayna, Ankara’daki seferi aracılığıyla Türkiye’nin Boğazlar’ı Rus bahri güçlerine kapatmasını öneriyor. Bu mümkün değil. Anlaşmanın ihlalidir, iyi sonuçlar doğurmaz. Hiç şüphesiz Ukrayna’nın durumu itibarıyla bize yakınlığı malumdur. Ama bu yakınlık Rusya Federasyonu için de geçerlidir.
Arada hassas bir politika yürütmeliyiz. Sadece Dışişleri Bakanlığı’nın değil, bütün devlet teşkilatımızın, sivil kuruluşların, Ukrayna ve Türkiye’deki ticari grupların da bu zorunluluğa dahil olduğunu belirtmek gerekir.
Paylaş