Paylaş
Rusya İmparatorluğu, Avusturya ve Alman blokuyla ilk kapışan ve savaş ilan eden devlet oldu. Büyüklüğü ise 21 milyon kilometrekareyi geçen yüzölçümü ve o tarihte 180 milyonun üstündeki nüfustan ibaretti. Kocaman bir kıtayı, bu nüfusun iskân edip yeterince istifade etmesi ve işlemesi mümkün değildi. Rus denizciliği sadece 18. asır sonunda ulaştığı Karadeniz’in Sivastopol ve II. Katerina’nın kurdurduğu Odessa ile sınırlıydı. Batıdaki Baltık ve doğudaki Büyük Okyanus kıyısı denizciliğin gelişmesine imkân veren sahalar değildi. Zaten Rus-Japon Savaşı’nın felaketle bitmesi Uzakdoğu filosunun Rusya’nın batısı ve Karadeniz donanması ile bağlantısının neredeyse imkânsız olduğunu gösterir. Cihan Harbi’nde deniz savaşına girildiği vakit Rusya’nın silah ve en önemlisi mühimmat donanımının yeterli olmadığı da görüldü.
BAHRİYE ZAYIF KALDI
Bu konuda ancak Türklerin imparatorluğunda benzer bir durumu olabilirdi. Lakin savaşa 1914 Ekim sonunda giren Osmanlı İmparatorluğu, Alman silah donanımıyla bu açığı kapattı. Donanmanın, Osmanlı Bahriyesi’nin zayıf kalması ise Rusya’nın da donanmayı yeterince kullanamaması yüzünden fazla zayiat yaratmamıştır. Ancak Karadeniz limanları devamlı top atışı altındaydı. Britanya’nın kuvvetli donanması karşısındaki Alman donanmasının da denizaltı gerilla metotları kullanmasının ötesinde pek etkili olamamasından dolayı Cihan Harbi bir donanmalar çarpışması sayılmaz.
BOĞAZ’DAN GEÇEMEDİLER
Rusya İmparatorluğu’nun komuta kademeleri demode, savaş tecrübesi az ve Japon harbindeki ağır yenilginin hesabını veremeyenlerden oluşuyordu. Asilzade (dvoryanin) sınıfının modern bir orduyu meydana getiremediği görüldü. Zamana uyum disiplinleri zayıftı, buna karşılık halk katından gelen komutanların, en başta son Başkomutan Aleksey Brusilov gibi etkili olduğu görülse de bu dağılım savaşın çöküşü sırasındaki ordu disiplinsizliğini önlemeye yetmeyecektir. Çanakkale Harbi başlarken Rusya hariciyesinin başta Hariciye Nazırı Sergey Sazonov olmak üzere İngilizlerin kendilerini aldattıklarını, şartları yerine getiremeyeceklerini gördüklerini, dolayısıyla savaştan çekilme tehdidiyle müdahale ettiklerini belirtmek gerekir. Winston Churchill, Sergey Sazonov’u yatışırdı. Ne var ki Britanya ve Fransız donanmaları Boğaz’dan geçemediler. Kara savaşının da neticeleri belli olduğuna göre Rusya’nın Batılı müttefikinden ulaşım, silah ve mühimmat desteği alması imkânsız hale geldi. O vakte kadar tahammülü olan Rus ordusu dağılma belirtileri gösteriyordu. Sarıkamış’taki kazançlarından sonra Rus ordusunun çok pahalıya mal olan Galiçya’daki Brusilov atağı ve kapsamlı başarılı hücumu bu gelişmeyi durduramadı. Şubat ayı geldiğinde Petersburg ve Moskova gibi şehirlerde kitleler açlık çekiyor ve ayaklanıyordu. Ordudaki yedek subay sınıfı isyan halindeydi.
RUSYA’NIN 5 MİLYON ASKERİ
Savaşa girişi destekleyen Aleksandr Kerenskiy’nin partisi, Çar’ın etrafındaki beceriksiz muhafazakâr politikayla savaşa girmişti. Sergey Yulyeviç Vitte gibi akıllı devlet adamları ise birinci Cihan Harbi’nde sahnede yoktu. Rusya beş milyonluk bir kara ordusuyla savaşa girmişti. En başta müttefiki İngiltere buna çok güveniyordu. Lakin Alman ordusunun hem donanımlı hem de hareket kabiliyeti yüksek 11 milyon askeri sahaya çıkarması durumu çok değiştirdi.
Çar’ın şehirlerdeki asayişi ve beslenmeyi kontrol edememesi, politik kadrolarla akıllıca ilişkiler kuramaması ve adeta kurtuluşu cephede başkomutancılık oynama merakı bardağı taşıran son damla olmuştur. Rusya’nın bir asırdır süren kaynaşması ani gelen harple ve rastlanmamış uygunsuzluklarla patlama haline çıktı. 23 Şubat 1917’de (Batı takvimiyle 8 Mart’ta) Petersburg’da devrim başladı. “Ekmek ve Barış” sloganıyla ortaya çıkan tekstil işçileri ve sonraki 8 Mart Kadınlar Günü’nün ilhamı olan kadın işçi kitleleri yeni bir oluşumu hazırladı. Bu seferki protestoları, Kazak Birlikleri vahşice bastırmakta tereddütlü davranmışlardır. Bu devrimi yapanlar hiç şüphesiz ki liberal denecek bir muhalefetin sözcüleri ve yancıları değildi. Hızla büyüyen protestocu sayısı ayaklanmacılara döndü. Sovyet lafı bu zaman kullanılmıştır.
YALVARMAYLA TAHTA
Modern anlamdaki komünist ideoloji ve yönetim henüz o andaki Sovyet için geçerli değildi. Nitekim hâkim olan partiler daha çok Kerenskiy gibilerin ve parlamento içindeki orta sol grupların temsilcisiydi. Çar, 15 Mart gecesi Duma (meclis) temsilcilerini huzuruna kabul etti ve tahttan feragat beyannamesini imzaladı. Tahtı kardeşi Grandük Mihail Aleksandroviç’e terk ediyordu. Ne var ki Mihail Aleksandroviç hiç de tahta oturmaya o kadar teşne değildi. Durumu uygun görmedi ve ancak Duma’nın ittifakıyla daveti kabul edeceğini belirtti. Bu demokratik bir eğilimi ifade etmez, çünkü Rusya tarihinde anarşinin kaynaştığı 16. asır boyu çarların umumi arzu üzerine adeta ahalinin yalvarmasıyla tahta çıktıkları bir gerçektir. 1598’de Boris Godunov ve 1613’te Romanovların ilk Çarı I. Mihail de bu şekilde tahta çıkmıştı. Ama anane tekrarlanmadı ve Rus monarşisi fiilen sona erdi. Rusya’nın milli marşı Fransa’nınki gibi Marseyyez’di. Altı ay sonra yerini Komünist Enternasyonal’e terk edecektir ve ondan sonra Rusya’nın, Türkiye’yle savaşı bile birçok cephede fiilen duracak, bir dağınıklık başlayacaktır. Rusya İmparatorluğu’nun toprakları bir iç savaşa, yeniden şekillenmeye ve Bolşeviklerin tepkisine üç yıl kadar daha dayanmak zorundaydı.
2 ÖNERİ
1917 Rus İhtilali üzerine son zamanlarda çıkan iki kitap var. İlki birçok değişik konuda yazan ama kuvvetli bir kalem sahibi, araştırmacı kişiliğiyle tanınan Simon Sebag Montefiore’dir. “Romanovlar/1613-1918” kitabını Yapı Kredi Yayınları neşretti. Nurettin Elhüseyni ustalıkla çevirmiş.
İkinci kitap Kronik Kitap’tan çıkan Onur İşçi ve Onur Önol’un “Rusya İmparatorluğu’nun Çöküşü/Harp Yahut İhtilal” başlıklı 1881-1917 tarihleri arasındaki Rus Çarlığı’nın yıkılışını muhtelif noktalardan anlatan çalışma. Her ikisinde de yazarların kendi ülkelerindeki kaynaklar kadar Rusça kaynaklara müracaat edildiği, arşivlere başvurulduğu görülüyor. Rusya tarihçiliği bir zamanlar sadece bir-iki yazarın okunduğu Türkiye’de ilerleme kaydediyor.
ACI HABER
Suriye’den gelen acı haberi perşembe gecesi aldık. Türkiye bu safhada sınırlarını korumak için Esad’ın kuvvetleriyle çarpışma durumunda. Maalesef Suriye müttehid bir ülke değil. İdlib’deki insanlar Esad’ın özel güçleri ve politikası için düşmandan da öte nefret edilen bir topluluk. Bu insanlara Esad çok amansız ve acımasız davranıyor. Bu seferki göçmenler sadece canını kurtarmak için sınıra yığılıyor. Türkiye’nin kuşatma altında kalan gözlem noktasındaki askerlerinin üzerine hain bir saldırı yapıldı. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz ve herkesten ihtiram bekliyoruz.
Paylaş