Paylaş
ORMAN Genel Müdürü İsmail Üzmez bir günde 13 yangın çıktığını söyledi. Yurda yayılanların içinde en yoğun yangın sahası İzmir-Muğla ve Antalya illeri içinde.
Orman yangınlarının niye çıktığı meçhul. Şunu belirtmeli; Türkiye orman yangınlarını söndürmekte başarısız ülkeler safında değil. Ormanlarını tabiatın cilvesi veya kasti örgütlenmelerle kaybeden ülkelerin içinde en başta gelmiyor. Brezilya mesela, bütün yeryüzü insanlığını tehdit edecek orman yangınlarına sahne oluyor. Adeta ciğerlerimiz sökülüyor. Komşu Yunanistan’da geçen senelerdeki feci ve art arda meydana gelen yangınların önemli ölçüde mafyanın işi olduğu söylendi.
TABİATIN DA CİLVESİ
Yaz yangınlarının önemli ölçüde tabiatın cilvesinden ileri geldiği yerlerden biri de büyük Rusya’nın engin ormanları. Sibirya kışları ısının en düşük olduğu bölge. Yazlarıysa hararetin artışı rekor düzeyde. Sibirya’da ve Orta Rusya orman kuşağında yaz ile kış arasındaki ısı farkı bazen 60-70 dereceye ulaşıyor. Dolayısıyla orman rutubetine şans kalmayan bu ülkede yaz kuraklığı birdenbire yangını çıkarıyor. Tedbirler de ona göre. Lakin orman yangınlarının orman için tıraş gibi bir tür yenilenme olduğu ve ormanın kendini yenilediği de bir gerçek.
Kuzey Avrupa ülkelerindeki ormanlarda yangının tahrip ihtimali daha az. Dünyanın en dertli bölgesi bizim Akdeniz’in çevresi. Her yaz sıcaklığın arttığı dönemde art arda yangın olayları ülkeleri dehşete düşürüyor. Mal ve can kaybı oluyor. İtfaiye örgütü yetersiz olanlar komşulardan yardım alıyor. Burada geleneksel bir uyum ve birliktelik doğmuş. Gürcistan ve Türkiye yangın konusunda bu durumdalar.
YAĞMACILARA DİKKAT
Sorun, söylediğimiz gibi Türkiye’de yangın söndürme yapılanmasında değil. Yangınlar tabiatın cilvesi olarak mı doğuyor, dikkatsiz piknikçiler, avcılar yüzünden mi çıkıyor veya arsa yağmacıları tarafından kasıtlı mı çıkarılıyor? Kundakçılar sadece açgözlü haydutlar mı yoksa mazide de sık sık tekrarlandığı gibi terörist gruplar mı? Bugün Türkiye ormanlarının yok olmasında asıl ciddi sebep yangının kendinden çok yangın sonrası tutum ve yağmadır.
ORAYA SAHİP ÇIKIN
Yangın geçiren arazinin mutlaka orman mühendisliğinin teknikleri ve bu bilimin esaslarıyla yenilenmesi söz konusu. Orman arazileri kendilerini yeniliyor. Yeniden ağaçlandırma etkili olabiliyor. Ne var ki, sorun burada başlıyor. Yangın geçiren arazinin yerinde bir alay villa veya çirkin oteller görülüyor. Bodrum yarımadası, bir sürat teknesi gezisinde bu özelliğiyle daha çok öne çıkar. Yunanistan tarafındaki rustai yapı daha bereketli ve yeşil araziye sahip Küçük Asya toprağında yerini yeşile değil betonlaşmaya terk eder. Çok açıktır ki yangın geçiren arazinin hukukunu ne devlet gözetiyor ne de yurttaşlar sahip çıkıyor. Cengiz Semercioğlu’nun tam iki yıl önce çıkan yazısına göre orman yangını geçiren arazideki iki otele hangi bakanlığın imar izni verdiği belli değil, zehirli topu herkes öbürüne atıyor.
HALK KIYIYA İNMİŞTİ
Bodrum’da tatil geçirmek hakkının her hak gibi bazı sorumluluk ve görevler getirdiğini insanlarımızın anlaması lazım. Küçük Asya’nın en verimli bölgeleri yangınla ortadan kalkıyor. Devletin araştırma raporları yayımlanmıyor. Zaten basın ve halk da ilgilenmiyor. Eşkıyalar için en büyük mükafat kendilerinden bahsedilmemesidir. Çünkü suçluların asıl çekindiği ve baş edemediği duruş, protesto ve kitlenin hafızasıdır. Bunun son ümit verici örneğini Üsküdar’da gördük. Halk kıyıya indi ve Şemsipaşa Camisi önündeki çirkin yapılaşmayı önledi. Daha cesur olmamız lazım, kanunların uygulanması sadece devletle değil aksine o miskin mekanizmayı harekete geçirecek halkın ve hakkın sesiyle olur.
YÜRÜYÜŞÜN +’LARI
- KİM ne derse desin büyük bir yürüyüş, uzun zamandır Türk politikasında hem muhalefetin etkinliği hem hükümet açısından asayiş yönetiminde görünmeyen bir düzgünlükle 24 gün sürdü ve bitti.
Çatışma yoktu. Muhalif slogan kullanılmadı. Yürüyüşün başındaki genel başkan ve onbinlerce destekçisi geçtikleri bazı yerlerde yol kenarındaki muhalif slogan sahiplerini de selamladı ve yollarına devam etti. Düzce örneğinde olduğu gibi muhalif tavrını sergilerken aşırıya kaçan insanları bizzat o yerin seçkinleri ve hükümet partisinin üyeleri ayıpladı ve yürüyüşü yapan heyetten özür dileme olgunluğunu gösterdiler. Yürüyüşçüleri korumakla görevlendirilen on bini aşkın polis tatsız görülen muhafızlar olmaktan çok bu yurdun ve milletin memuru olduklarını gösterdiler ve öylece de yakınlık kuruldu.
KATILIMCILARA DA POLİSE DE BRAVO
Herhalde bütün hayatımız boyunca polisin ve yürüyüşçülerin bu kadar yurttaşça ve efendice ilişki içinde olduğunu görmedik. Hem yürüyenleri hem İçişleri Bakanlığı’nı kutlamak gerekir. Yürüyüşü tenkit etmek, tenkit edilecek bir tutum değil ama asayişi zedeleyecek söz ve tavırlardan uzak durmak gerekirdi. Son günün sıkışıklığı içinde bile her katılımcının ve her koruma görevlisinin başkalarına ve kurallara saygı duyduğunu yürüyüşe katılanlar söylüyor. Adalet yürüyüşü uzun bir eylemdi. Bu kadarıyla bırakılması isabetli oldu. Kendilerini savcı yerine koyarak demeç veren bazı parti üyelerinin, yazarların tutumu tasvip edilemez. Türkiye demokratik hayata gittikçe intibak etmiş ve edecek bir ülke olduğunu gösterdi.
Başka bir noktaya dikkati çekmek istiyorum. Allah korusun; eğer hırlı gürlü, taşlı sopalı bir yürüyüş olsa bütün dünya yazardı. Çoğu zaman Batı Avrupa başkentlerinde bile görülmeyecek yoğunlukta ama soğukkanlı bu faaliyet nedense her gün burası için yazan-çizen dünya basınının dikkatini çekmedi. Buradan da belli ki bu kadar insanın eylemi başarılı ve olgundur. Hakkında yazmamaları, görmezden gelmeleri bunu gösteriyor.
İLKELERİNDEN VAZGEÇMEYEN ADAMLARDANDI
- MÜLKİYE yıllarındaydı. Benden küçük sınıfa geldi. 1950 doğumluydu. Sınıflarını pek teklemeden geçtiği anlaşıyor; görevini yapan bir öğrenciydi. Zekiydi ve sakindi. Hatırladığım kadarıyla bir ara akademik hayata geçmek istedi fakat hızlı ve güzel yazdığı için gazeteciliği tercih etmiş olmalı. Sonraki yıllarda uzaktan yakından takip ettim. Hülya Karadeniz’le evliliğinden bir oğlu oldu. Sakin üsluplu, efendice yazan ama inatçı bir gazeteciydi. İlkelerinden vazgeçmeyen nadir adamlardandı. Türk basını için ve İstanbul’un renkli entelektüel dünyası için erken bir kayıptır. Dostları ve çevresi onu özleyecek ama asıl önemlisi bu zamanlar için gerekli bir kalemdi.
Paylaş