Paylaş
51 yaşındaki imparatorun Avusturya Prensesi ve Fransızların İmparatoriçesi (Fransa’nın değil) Marie Louise’den olma oğlu trajik hikâyenin devamını teşkil ediyor. II. Napoleon olarak tarihe geçen çocuk tabii ki tahtta değildi, dedesi I. Franz’ın imparator olduğu Avusturya’da adeta tutsaktı. Kendisine koalisyonun ünlü diplomatı Metternich’in verdiği bir düklük unvanıyla kısa süren hayatını tamamladı. Avusturya’nın uzun ömürlü ve İmparator Franz Joseph’in annesi Sophie’nin gençlik arkadaşıydı. Edmond Rostand’ın kaleme aldığı “L’Aiglon”, Yavru Kartal’da tarihi parlak olan babası Napoleon’un ve soyunun düşmanı sayılabilecek Habsburglar çevresinde maruz kaldığı acılı hayat kaleme alınmıştır. Hatta İmparator Franz ona “Eğer uslu ve akıllı olmazsan seni de hapsederler” dermiş. Bu paragraf bir yana Bonaparte’ın kuşkusuz ki Büyük İskender, Kanuni Süleyman ve Ceasar’la ilk sırada yer alan büyük komutanlar arasında bulunduğunu Fransız çocuk kitapları bile yazar. Bugün Fransa onu hâlâ tartışmaya devam ediyor. Psikolojik bakımdan sarsıntılar geçiren büyük ülke Fransa tarihiyle ve Napoleon Bonaparte ile övünmeye devam edecek ama kritikler de yanında olacaktır. Fransa’da cumhuriyete karşı olan Monarşistler takımı, Bourbonistler ve Bonapartistler olarak ikiye ayrılır. İkisinin birbiriyle olan husumeti cumhuriyete ve Cumhuriyetçilere duyduklarından daha derindir. Büyük bir halk ihtilali yapan Fransa’da monarşi fikri ve hareketi yüzlerce yıllık Türkiye monarşisine olduğundan daha büyük tesirler bırakmıştır. Türkler, Fransızların aksine monarşiyi değil, Fatih ve Kanuni gibi büyük monarkları severler. Ancak bu cumhuriyetçiliklerine mâni değildir.
İTALYA’YA HÂKİMİYETİ
Napoleon’un 1793 yılı eylül ayında İhtilal Hükümeti adına Toulon’da kazandığı zafer gerçekten harp tarihine geçen bir buluşa dayanır. Bu genç topçu subayının oradaki manevrası ona 24 yaşında tuğgenerallik ve İtalya seferinin yolunu açmıştır. İtalya seferleri General Bonaparte’ın İtalya’ya hâkimiyeti demektir. Burada harp tarihi açısından orijinal zaferler kazandığı gibi bazı ilginç yenilgiler yaşayan komutanları da vardır. Bunlardan birisi Rus General olan Suvorov’un, tarihte Hannibal’dan sonra Alpler’i geçen ikinci komutan olması ve Napoleon’un komutanlarını bastırmasıdır.
Avusturya’nın, İspanya’nın, Papalığın hükmünde yaşayan, o tarihte papalık hükümeti dışında hem yabancı kuvvetlerin hem de Venedik ve Cenova Cumhuriyeti’nin hâkimiyetini devam ettiren İtalya’nın kendisinden sonra yakın gelecekteki birleşmesine Napoleon’un İtalya seferleri ve de zamanında hoş karşılanmayan hâkimiyeti etkili olmuştur denebilir. 1804’te o da tıpkı Fransa ve Almanya’nın Büyük İmparatoru Şarlman gibi papanın elinden taç giydi, daha doğrusu papanın ayağına Roma’ya gitmedi, Roma’daki papa Paris’e geldi ve imparator tacı papanın elinden alıp başına oturttu. Unvanı da ilginçtir: “Fransa’nın değil Fransızların İmparatoru”. Bu bir vatandaşlık kültünü muhafaza ediyordu ama yine de Madame de Stael gibi bir cumhuriyetçi bitmez ziyaretleriyle onun bu makama gelmesine karşı çıkmıştır. Sonunda birtakım ihtilalciler Napoleon’dan soğudular. Galiba Napoleon’un bütün Avrupa’ya hürriyeti götüreceğine olan inanç böylece bitmiştir. Beethoven’in ona adadığı senfoni bile bestekâr tarafından isminin silinmesiyle “Eroica” haline getirildi.
Polonya’ya hürriyet getireceği düşünülmüştü, bağımsızlık ümidi geçici oldu ve bu ülke Birinci Cihan Harbi’nin sonuna kadar bir yüzyıl daha çok acı bir dönem geçirmek zorunda kaldı. Rusya seferine de ne Ukrayna, ne Baltık, ne de Rusların kendileri böyle bir ideale kavuşmayı düşünmedikleri gibi yurtları için karşı çıktılar. Geride milliyetçi bir Rusya kaldı. İmparatorun dâhiyane harp stratejileri Borodino’da başladı ve orada da bitti. Kutuzov’un stratejisi iki bin yılık Rusya toprağının eski sakinleri İskitlerin vur-kaç stratejisi ve zorlu kış ittifakıyla zafere ulaştı. 1813’te Paris’e giren Rus ordusunun başında sayıları birkaç bini bulan Hıristiyan Türk Nogaybet kabilesinin mızraklı ve yaylı savaşçıları da yer alıyordu. 1815 Viyana Kongresi Napoleon’un altüst ettiği Avrupa’yı yeniden düzenlemeye çalıştı. Bu yeni kavgalı bir dönemi başlatmıştır. Rusya, Prusya, Avusturya, Fransa koalisyonun ilkelerine sadece Metternich Avusturyası sadık kaldı. O yüzden de Metternich, Türklerin Tanzimat önderlerinin büyük saygısını kazanmıştır çünkü Yunan ihtilalini desteklemedi.
İLK HAYAL KIRIKLIĞI
Napoleon’un zaferleri içinde baş düşman İngiltere’yi kuşatma stratejisi (Blocus Continental) hayal kırıklığı ile bitti. İspanya bir yazarın tabiriyle “Onun gemisinin çarptığı ilk kayalıktır”. Halk ayaklandı. Bu direnişin en etkili görünümü ressam Goya’nın tablolarıdır. İngiltere’yle olan savaşı sadece kıta sahanlığındaki hayalperest başarısızlığı değil, Amiral Nelson Abukir ve ardından Trafalgar zaferleri gölgeledi. Fransız donanması o tarihten beri İngiltere’nin gerisindedir ve Birinci Dünya Harbi’nin sonuna kadar da İngiltere en güçlü devlet olarak kaldı.
Türk İmparatorluğu’yla Devrimci Fransa’nın ilişkileri fevkaladeydi. Mısır’ın işgali Nil’in kaynağını tespit edemediyse de Fransa’nın hiyeroglif başta olmak üzere, o medeniyetin daha iyi tanınmasıyla sonuçlandı. Ne var ki Akka’da Cezzar Ahmed Paşa’nın savunması, koalisyonun genç generali Bonaparte’ı geri çekilmeye zorladı. Türk İmparatorluğu onun karşısındaydı. Yeni koalisyonda Rusya ile bir donanma işbirliği yapıldı. Adriyatik’teki İon Adaları Fransızların elinden alındı ve iki imparatorluk orada ortak bir cumhuriyet kurdular ve bu ilk Yunan cumhuriyetidir (Yedi Adalar Cumhuriyeti).
Avrupa’da kalıcı “Confoederatio Helvetica” dediğimiz, İsviçre’nin tarafsızlığının bütünleşmesi ve tespit edilmesinde Napoleon’un etkisi olmuştur. İtalyan cumhuriyetleri, en başta şanlı Venedik ortadan kalktı (Campo Formio Antlaşması ve ardından Viyana Kongresi’yle). Alman İmparatorluğu’nu daha 1806’da dağıttı ve Avusturya ayrı bir imparatorluk olarak kuruldu. Balkanlar’da şüphesiz Napoleon istilasının tesirleri var ama bu abartıldığı gibi bağımsızlık fikirlerinin tümüyle Napoleon Fransası’ndan çıkması demek değildir. Balkan bağımsızlık fikirleri 17. yüzyıla kadar uzanır.
LAİK BİR CEMİYET SİSTEMİ
Konsül Bonaparte’ın ve sonra İmparator I. Napoleon’un en büyük olayı modern medeni hukukun büyük ölçüde kodifikasyonudur. Romanist bir hukuk sistemiyle ortaya çıkan Code Napoleon’da hiç şüphesiz ki asrın gerçeklerine uymayan hükümler de yer almaktadır. Ancak bu önemli bir gelişmedir. En azından o döneme kadar Avrupa’da daima itilen bir azınlığa, Yahudilere eşit vatandaşlık hakkı verilmiştir. Fakat anti-Semitizm bununla ölmüş değildi. Rusya ise otokrat sistemine ve emperyal haritasına ayniyle devam etmiştir.
Bir konu çok açıktır: Napoleon Bonaparte’ın istilası ardından Fransa’nın ilgisi Yakındoğu’da var olan Fransız kültürünün etkisinin artmasına sebep olmuştur. İran Şahlığı ve Osmanlı İmparatorluğu’yla geçici de olsa bir ittifakı Bonaparte yapmıştır. Söylemleri gerçeklere uymasa da Bonaparte ve sonra İmparator Napoleon (1804’ten itibaren) Avrupa’da laik bir cemiyet sistemini getirmekte ilk önemli adımı atan kişilik olmuştur.
EMİNE IŞINSU
GENERAL Aziz Vecihi Zorlutuna’nın ve ilkokullardan beri tanıdığımız milli edebiyat dönemi şairelerinden Halide Nusret Zorlutuna’nın kızı olarak 18 Mayıs 1938’de Kars’ta dünyaya geldi. Çocukluğunda Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde ilkokul eğitimini gördü, Ankara’daki birçok seçkin ailenin çocuğu gibi o da Ankara Koleji’nde okuyanlardan. Tahsil hayatında çok seçenekleri var, işletmeden edebiyata, tiyatro tetkiklerine kadar. Bunların hepsini kendinde toplamış. Işınsu edebiyat muhitinde büyüyen bir çocuk, kuzeni Pınar Kür. Hepimizin bildiği gibi Türk edebiyatının roman dalında yenilikler yaratan yazarı. Pınar tiyatrobilimi doktorudur. Annesi ünlü yazarımız İsmet Kür Hanım, Halide Nusret’in kız kardeşi, Işınsu’nun teyzesi... Türkiye modernleşmesinin temsilcisi yazarlar grubu. Hiçbir şey tesadüf değil, edebiyat ve tefekkür ancak nesillerin ürünü olarak ortaya çıkarsa renkli oluyor.
Işınsu velud bir yazardı. Evvela tiyatro için radyofonik eserler yazdı. Roman sahasında dış Türklerin hayatını ele alan eserlerle tanındı. Ömrünün son 30 yılında daha çok tasavvufa girdi. “Çiçekler Büyür”, “Küçük Dünya” romanlarının yazarı olan Işınsu, kısa zamanda Yunus Emre, Niyâzî-i Mısrî ve diğer Anadolu erenlerinin hayat düşüncesini ele alan romanlarla devam etti.
Geçen hafta yine bir mayıs gününde uzun bir hastalığın ardından Ankara’da vefat etti. Cenazesi de son romanlarından birine konu olan Hacı Bayram Veli Camii’nden kaldırıldı. Zarif, olgun kişilikli bir yazardı. 20. ve 21. yüzyıl dönemi içerisindeki Türk edebiyatının renkli kalemlerindendir.
Paylaş